Son günlerde yazın dünyamıza girmiş olup sıklıkla gözümüze çarpan, yazarı ve yaratıcısı kim olduğunu bilmediğim ‘’sarı öküzü vermeyecektik’’ diye bir hikâye dolaşmaktadır. Sosyal medyamız bu hikâye ile de sınırlı değil elbette. Herkesin kendine göre bir gündemi vardır…
Mesleğinde kırk beş yılı geride bırakmış, Köy Enstitüleri üzerine kendi çapında araştırmalar yaparak iki kitap (‘’Anadolu’da Eğitim Güneşi’’ ve ‘’Bir Yolunu Bulmuştuk…’’) yazmış biriyim. Yirmi yılı aşkın bir zamandır seçimlerden birinci parti olarak çıkmayı başarmış iktidarın, eğitimi, sil baştan yeniden düzenlemeyi planlaması, hatta önümüzdeki eğitim öğretim yılından itibaren uygulamaya koymak istemesi ve buna benzer olumsuzluklardan dolayı benim gündemimde inadına eğitim var…
Çok büyük emek ve özveriyle kurulan ve dünyadaki birçok otorite tarafından Cumhuriyetten sonraki eğitim alanında en büyük devrim olan Köy Enstitüleri uygulamasına siyasi bir rant uğruna son verilmişti. Siyasi tarih kronolojisine baktığımızda Köy Enstitülerinin kapatılması 1954 yılı Demokrat Parti iktidarı dönemine rastlasa da 1946 yılında kurulan Recep Peker Hükümetinin Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer’in ‘’Islah’’ adına Köy Enstitüleri programının içeriğinin değiştirilmesi ile asıl yıkım başlamış olup, belki de Demokrat Parti Hükümetinin payına sadece tabelayı indirmek kalmıştır. Bu anlatımdan ‘’Köy Enstitülerinin kapatılmasında Demokrat Parti Hükümetinin hiçbir rolü yoktu ‘’ anlamı çıkarılmamalıdır. Demokrat Partinin kuruluş sebeplerinden birisi de Köy Enstitüleri ve Köylüyü Topraklandırma Yasası karşıtlığıdır. Adnan Menderes; ‘’Köy Enstitüleri’’ ve de özellikle ‘’Köylüyü Topraklandırma Yasası’’ mecliste görüşülürken yaptığı etkili konuşmalarıyla bir adım öne çıkmış/sivrilmiş bir politikacıdır.
1950 yılında Demokrat Parti Hükümetinin Köy Enstitülerinde karma eğitime son vermesi üzerine diğer Köy Enstitülerindeki kız öğrenciler İzmir Kızılçulluya, buradaki erkek öğrenciler de diğer Köy Enstitülerine gönderilmişti. 1952 yılında İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü yerleşkesi NATO’ya askeri üs olarak verilince bu sefer kız öğrenciler Bolu Kız Öğretmen Okuluna ve Trabzon Beşikdüzü Köy Enstitüsüne nakledilmişti. Trabzon Beşikdüzü Köy Enstitüsünde okuyan erkek öğrenciler de yurdun muhtelif yerlerindeki Köy Enstitülerine gönderilmişti…
Köy Enstitülerinin kapatılması kararı bütün dünyada yankı bulurken, ülkemizde tepkilere yol açsa da bu tepkiler çok fazla dikkate alınmamıştı. Köy Enstitülerinin bazıları kapatılırken bazılarına da İlköğretim Okulu tabelası asılmıştı. Köy Enstitülerinin yerinin tutmayacağı bilinse de İlköğretmen Okullarının açılmasıyla ülke kamuoyu ve eğitimciler bir nebze olsun rahatlamıştı.
Köy Enstitülerinin kapatılması kararının yaraları henüz sarılamamışken, Haziran 1973’te 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Eğitim Kanunun çıkartılarak İlköğretmen Okullarının kapatılması eğitimcilerde tam bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Kapatılmaya gerekçe olarak da:
‘’İlkokul öğretmenlerinin üniversite mezunu olmadıkları için (özlük hakları olarak) dördüncü dereceden aşağıya inemedikleri, bu okuldan mezun olanların lise mezunu sayılmadıkları için üniversitelere alınmadıkları, emekli olduklarında çok düşük bir emekli maaşı aldıkları, bu istenilmeyen duruma son vermek için ilkokul öğretmenlerinin de eğitim enstitülerinden yetiştirilmesi gerektiği’’ gibi bir masal uydurulmuştu.
Bu masalın uygulanması, yaşama geçirilmesi, adını; ‘’Karaoğlan’’ diye dağa taşa yazdığımız ve vatanseverliğinden zerre kadar kuşku duymadığımız Bülent Ecevit Hükümeti dönemine rastlamış olması da ayrıca çok düşündürücüdür. En acıklısı da bu uygulamanın altında imzası bulunan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ da bir Köy Enstitülü olmasıdır. Bakanın ‘’Öğretmen Lisesi mezunlarına Eğitim Enstitülerine girişte %50 kontenjan verileceği’’ sözü de iyice hesaplanmış bir projeydi ve uygulayıcıları bu işte o kadar ustalaşmışlardı ki; bu okulları hangi zihniyet açmışsa yine o zihniyete kapattırmanın bir yolunu bulmuşlardı…
Köy Enstitülerinin önce işlevi değiştirilerek, sonra da kapatılarak düşülen hatalar İlköğretmen Okullarının açılmasıyla bir nebze olsun giderilmiş gibiydi. 1973 Haziran’ında 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Eğitim Kanunun çıkartılarak İlköğretmen Okullarının kapatılması ile İlköğretmen okullarında yatılı okuyan başarılı köy çocuklarının Yüksek Öğretmen Okullarında okumalarının da önü kesiliyordu. Gözlerden kaçırılan aldatmacalardan en önemlilerinden birisi de buydu...
Eğitim-öğretimin temeli olan ‘’İlköğretim’’ bunca yıldır çeşitli hamlelere rağmen bir türlü istenilen seviyeye ulaşamamıştır. Bir kere işin aslı terk edilmişti. Ezberci, okuduğunu anlayamayan, üretimden uzak kuşaklar yetiştirmeye devam ederken bu konuya kafa yoranlar ‘’Sarı öküzü vermeyecektik’’ hikâyesinde olduğu gibi ‘’Köy Enstitülerinin kapatılmasına gücümüz yetmedi ama İlköğretmen Okullarının kapatılmasına göz yummayacaktık!’’ diye düşünürler mi acaba?.. En azından o yıllarda örgütsel bir gücümüz vardı… Yurdun muhtelif yerlerindeki Öğretmen Lisesi öğrencilerinin, öğretmenlik haklarını geri alabilmek için okullarındaki ‘’Boykot’’ eylemleri (yaşayarak gördüm) zamanın demokratik güçleri nezdinde çok ciddi bir destek görmemişti…
Siz değerli okurlarımı bu vesile ile yarım asra yakın geçmiş zamana taşımak zorunda kaldım. Öğretmen Liselerindeki o direnişte yer alan, öngörü sahibi akranlarıma sevgi ve salamlarımı iletirken; ömrümüzün son çeyreğine girdiğimiz bu günlerde ölenlere rahmet kalanlara sağlıklı bir ömür diliyor, eğitim ve öğretmen yetiştirme politikasının yeniden ele alınarak çağa uygun hale getirilmesini siz okuyucularımla paylaşmak istiyorum…
Salih KOÇ
Büyükçekmece-İst.
[email protected]