İsrail Devleti, günümüzde ve hemen yakın geçmişte Gazze’ye yaptığı
insanlık adına yok edici, acımasız saldırılar ve son olarak da içinde Türkiye’nin de bulunduğu
kritik bölgede İran’a karşı giriştiği sonucu belirsiz karanlık savaşla başta Ortadoğu ülkeleri
olmak üzere dünya barışını tedirgin etmeyi ve tehlikeye atmayı inatla sürdürmektedir.
Günümüzde varlığını ve desteğini öz gücüne değil ama dünyanın hegemon gücü olan
Amerika Birleşik Devletlerine göbekten bağlı olarak sürdüren zorba devlet İsrail,
diğer taraftan dinsel fanatizm adına yaklaşık 4000 yıl öncesine dayalı Yahudi inanç
sisteminin kutsal kitabı olan Tanah / Tevrat öğretilerine göre hareket etmektedir.
Bu anlamda hedef, dinsel olarak vaat edilen topraklar ve onun gerçekleştirilmesi idealidir.
İsrail’in dinsel inanç temeline göre; Tanrı, Yahudilerin atası İbrahim’e ( Abraham )
gökyüzünden seslenerek ‘’ İbrahim. Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar
uzanan bu toprakları Ken, Keniz, Kadmon, Hitit, Periz, Refa, Amor, Kenan, Girgaş ve
Yevus topraklarını senin soyuna vereceğim. ‘’ diyerek bir vaatte bulunmuştur.
Tarif edilen coğrafya kapsamında ise günümüzde ülkemiz Türkiye’nin doğu ve
güneydoğusun mevcut olduğu topraklar da yer almaktadır.
Yani bu kapsamda Türkiye de hedefte bulunmaktadır.
Sonraki dinsel ve inançsal süreç seyrinde ise bu defa Tanrı, yine kutsal kitabın
anlatımına göre İbrahim’in ikinci oğlu Yakup’a gökyüzünden seslenerek:
‘’ Sana Yakup diyorlar, ama bundan böyle adın Yakup değil İsrail olacak. Ben her şeye
gücü yeten Tanrı’yım, verimli ol, çoğal. Senden bir ulus ve uluslar topluluğu doğacak,
kralların atası olacaksın. İbrahim’e, İshak’a verdiğim toprakları sana verecek,
senden sonra da soyuna bağışlayacağım ‘’ diyerek telkinde bulunur.
Yine sonraki dinsel / tarihsel süreçte ise Yakup'un soyundan gelenlere
İsrailoğulları denilmekle günümüzde mevcut İsrail Devleti adının da
buradan kaynaklı olduğu bilinmektedir.
***
Tanrısal söylemle Arz’ı Mev’ud olarak adlandırılan vaat edilmiş olan topraklar
meselesi önce İbrahim’le başlamakla birlikte sonrası süreçte oğulları İshak ve
Yakup ile devam ettirilerek onların ölümü sonrasında ise devreye Musa girmiştir.
O dönem Mısır’da yaşayan İsrailoğulları’nın yaşadıkları ağır baskılar üzerine
gökyüzünden bu defa Musa’ya seslenen Tanrı; ‘’ Ben babanın Tanrısı,
İbrahim’in Tanrısı, İshak’ın Tanrısı ve Yakup’un Tanrısıyım. Acılarını biliyorum,
bu yüzden onları Mısırlıların elinden kurtarmak için geldim. O ülkeden çıkarıp
geniş ve verimli topraklara, süt ve bal akan ülkeye; Kenan, Hitit, Amor, Periz,
Hiv ve Yevus topraklarına götüreceğim ‘’ der ve bu vaat üzerine de İsrailoğulları
Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkarak günümüz Ürdün’ün Şeria nehri
yakınlarına gelerek yerleşik duruma geçmiş olur.
Sonrası uzunca süren tarihsel süreçte ise Hz. İbrahim’in soyundan gelen
İsrailoğulları’nın, yaşam sürdürdükleri topraklarda hep göçer durumunda kaldıkları
bilinmekle buna bağlı çeşitli sıkıntılar çekerek yaşadıkları acıların da kamçılamasıyla
olsa gerek bağımsız bir oluşum ve daha da ilerisi dünya üzerinde kalıcı ve söz sahibi
olmak adına bir devlet kurmak adına her yolu denedikleri görülmektedir.
***
Bu özlem ve mücadeleler sonucu üzerlerindeki İngiliz vesayet yönetiminin de
sona ermesiyle 14 Mayıs 1948 tarihinde Tel Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi
yayınlamış olduğu bildiri ile Yahudi devletinin kurulduğunu resmen ilan eder.
Nihayetteki gelişmeler seyrinde ise; dinsel fanatizm adına A.B.D.nin
yörüngesine girerek tuzağına düşmüş olan İsrail, geçmişten intikal eden
ihtirasları uğruna hukuksal açıdan geçerli olmayan her yolu ve yöntemi
denemekle uluslararası hukuku bilinçli olarak yok saymıştır.
Bu kapsamda; bilindiği üzere son olarak İran’a saldırmakla bölgeyi ateşe atan
yeni bir kaos ortamının oluşmasına bilerek ve isteyerek sebebiyet vermiştir.
Daha da ötesi, Amerika Birleşik Devletlerine ısrarla yapmış olduğu
çağrı ve teklifler üzerine; Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) mimarı ve
uygulayıcısı olan ABD ise bunu fırsat bilmekle, her türlü riski göze alarak
savaşa müdahil olmaktan kaçınmayıp, emperyalist çıkarlar adına İran’a saldırıda
bulunarak İsrail’e açıkça destek vermekle savaşın daha da endişe verici boyutlara
taşınmasına neden olmuştur.
***
Bu tehlikeli ve kirli savaşın taraf aktörleri arasında yer alan ve bölgede
tarihsel kadim bir devlet olarak bilinip kabul gören İran Devleti ise;
1979 yılında başlattığı ve Humeyni tarafından gerçekleştirilen
İslam Devrimi sonrası öncelikle kendi halkının özgürlüklerini kısıtlayarak
kurduğu İslamo Faşist rejime kesintisiz itaat adına her türlü baskıcı yol ve
yöntemi deneyerek günümüze kadar kesintisiz uygulamıştır.
Bu kapsamda; özellikle de kadınların örtünmeleri ve buna uymayanların
cadde ve sokaklarda denetimleri ile anında cezalandırılmalarına yönelik
‘’ Ahlak Polisi ‘’ teşkilatı kurulmuş, daha da ötesi ‘’ Hicap ve İffet Kanunu ’’
çıkartılarak başörtüsü kuralına uymayan 09-15 arası yaşlardaki
kız çocuklarının dahi gözaltına alınması hususu karar altına alınmıştır.
Ülkesinde yaşayan kadınların hatta kız çocuklarının saçları, baş örtüsü,
kıl ve tüy işleriyle detaylıca uğraşan fanatik İran Yönetimi; ne yazık ki ülkesinin
milli güvenliği adına hiçbir ciddi tedbiri alamadığından olsa gerek
İsrail casusları ve güçleri İran’ın askeri ve siyasi en mahrem alanları,
hücrelerine kadar nüfuz ederek kalbinden vurmuşlardır.
Bölgede yaşanılan son gelişmeler en ağır bir biçimde sivil halkın yaşamını
derinden etkilemekle, acınası insanlık dışı görüntülere karşın başta batı
olmak üzere diğer dünya ülkeleri gerçek anlamda ciddi bir tepki göstermeksizin
adeta bir aksiyon filmi izlercesine duyarsızlıklarını devam ettirmektedirler.
***
Bu acımasız savaş ortamının neticesi nihayette kime ve kimlere yarayacaktır?
Yanıt isterseniz; kanımca, muhatap ülke halklarına değil ama emperyalist
çıkarları olan devletler ile onlarla çıkar ilişkisinde olan kuruluşlara diyelim.
Sapkın ve şaşkın durumda olan İsrail ve İran arasında başlayan ve devam etmekte
olan endişe verici kirli oyunlar ve komploya dayalı savaş seyrinde;
dileriz ki ülkemiz ve yönetimde olan erk, kısa süreli ve geçici ekonomik sıkıntılar
yaşanılacak olsa da emperyalist senaryonun bir parçası olmaksızın
herhangi bir tehlikeli tuzağa düşmeden ve düşürülmeksizin Ortadoğu
savaş bataklığına bulaşarak Türk Milletinin varlığı ve geleceğini tehlikeye atmaz.
Son söz olarak; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu büyük Türk Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün söylemiyle ‘’ ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.’’
‘’ NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ‘’