Bazı doğrular vardır. Örneğin devlet el etek öptürmez, çünkü devlet halkın hizmetindedir. Üzerinde resmi bir görev veya kıyafet bulunan hiçbir kamu görevlisi, kimsenin önünde eğilip bükülmez, sadece resmi selamını verir.
Peki bizim toplumumuzun çoğunluğu neden böyle davranır? Bunları öncelikle toplumun demokrasiyi kavrayamadığı için yaşamaktayız. Demokraside eşit vatandaşlık vardır, kulluk yoktur. Bizler, bizi yönetmesi için kendi hür irademizle siyasileri seçeriz, kendilerine tanınan yasal süre içinde bizi anayasa ve yasalara uygun olarak yönetirler. Onlar vekil, biz ise asiliz, işte demokrasi bize bu hakkı sağlamaktadır. Bu nedenle eğer el öpülecekse onlar gelip bizim elimizi öpsünler.
İkincisi, kul ve eşit vatandaş arasındaki uçurum, tarikat ve cemaatlerin desteklenmesi ile büyümektedir. Bu da bizim laikliği de yeterince anlamamamızdan kaynaklanmaktadır. Dün krala, halifeye, padişaha sorgusuz biat ve itaat etmeye alıştırılan toplum, bunlar ortadan kaldırılıp demokrasiyle tanıştıktan sonra kimseye boyun eğmemeyi öğrenecekti. Bu ise tek adam olma sevdasındaki siyasilerin en büyük korkusuydu. Onlara sorgulayan değil, sorgusuz baş eğecek kullar lazımdı. Bu nedenle demokrasi ve türevlerine şiddetle düşmandılar. Hedeflerine varmak için devletin tüm kurumlarını ele geçirip yandaşlarını doldurarak kadrolaşıp, yaptıkları yasa dışı işlere karşı çıkanları siyasi kararlarla, düzmece olaylarla kolayca halleder hale geldiler. Bunları da işbirlikçileri dış güçler, cemaat ve tarikatlar kanalıyla hep birlikte yaptılar.
Bu durumda yandaşların anlaşılmasında şu sorular önemlidir: Sığ bir inanç ve siyaset uğruna, göz göre göre, bir insan yaşanmakta olan kötü yönetimi ve yarattığı sonuçları göremez mi, yoksa görmezden mi gelir? Elbette görür. Ama gördüğü halde görmezden gelmeyi yeğlemesinde ona öğretilen lidere koşulsuz biat ve itaat düşüncesi vardır.
Siyaset, Tanrıya tapar gibi mi yapılmalı? Bu soruyu sormak yasaktır. Aldığı öğreti bunu zorunlu kılar. Liderinin onu elinden tutup cennete götüreceğine inanan kişi aslında Allah’ına şirk koştuğunun bile farkında değildir.
Akıl kullanmak suç veya günah mıdır? Siyasileşmiş inanç dünyasında akıl sadece liderinin istediği doğrultuda kullanılır. Onun her yaptığı ve söylediğine kutsal sayıp sorgusuz inanmaya alıştırılan insan, nasıl yanlışını görebilecek ve daha da önemlisi o yanlışa yanlış diyebilecektir? Bu durumda cemaatinden dışlanacağını, hatta cehenneme gideceğine inandırılmış birinden ne beklenebilir?
Elbette bunda demokrasi ve laikliğin yeterince kavranamamış, uğruna savaş verilmemiş olmasının etkisi büyüktür. Avrupa, bu iki yaşamsal hak için iki yüzyıl kendi kanında boğulacak kadar savaşmış, ancak ondan sonra bu iki değeri ne pahasına olursa olsun korumayı öğrenmiştir. Koşullar, bizde bu değerlerin çaba harcamadan sunulmasına, kültür ve eğitim eksikliğinden kaynaklı bilinçsizlik yüzünden de özümsenememesine neden olmuştur.
Dünyada demokratik bir anayasa hazırlamasıyla anılan 1960 askeri darbesinden sonra, bir süre daha karanlık inlerine saklananlar, ülkemizin çağdaş ve güçlü olmasından rahatsızlık duyan emperyalist devletlerin yardımıyla da onar yıl arayla iki karşı darbe yaptırmışlardır. 1971 ve 1980’de “onların oğlanlarının başarması” sonucu özgürlük anayasasının yerini faşist bir darbe anayasası alacaktı. İşte bu 1970’li yıllar geleceğin dinci faşist siyasetlerinin açılmasının anahtarıydı. Peşi de gelecekti. Bunları hep birlikte yaşadık. Bu süreç, yepyeni bir kuşak yaratacaktı, şimdi onların devamıyla yaşamaktayız.
Yaşanan şudur; iktidar, yasal boşluklardan yararlanarak, yirmi yıldır ülkeyi istedikleri hale getirmeye ramak kalmışken, kendi geleceklerini garantiye alma uğruna her şeyi yapacaktır. Yandaşlarını besleyecek, üzerlerinde ekonomik baskı kuracak, haklarında dosyalar düzenleyerek sindirecek, gerektiğinde vekil transferleriyle meclis çoğunluğunu kaybetmemeye uğraşacaktır.
Yandaşları ise dinin açıkça siyasi malzeme gibi kullanıldığını görseler de inançları uğruna ses çıkaramazlar. Lider kutsallaştığından karşı gelemezler. Ama zaman uzundur, yirmi yılda vaat edilenlerle yapılanlar arasında büyük farklar istemeseler de göze batmaktadır. Yani akıl ne kadar baskılansa da doğruyu görmezden gelemez. Bazıları bu süreci yakalamış ve “kral çıplak” diyebilmiştir. Bu durum giderek daha fazla insanı dini inancını aracısız da yapabileceği gerçeğine götürecek, akıl teslim olmayı reddedecek ve hem demokrasinin hem de laikliğin değerini anlayacaktır.
Elimizdeki malzemenin bir kısmı tam da böyledir işte… Yasal olarak aynı ülkenin eşit vatandaşlarıyız. Üstelik laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletini savunurken bunlara onların kullandığı yasa ve hukuk dışı yöntemlerle karşılık vermemiz düşünülemez. Tek çözüm, öncelikle bu düşüncede olanları kazanmaya uğraşmak, demokratik sistem içinde çizilen antifaşist çizginin aynı tarafında yer alabilmek, birlikte hareket etmektir. Bu, denemiş ve halkın da desteğini almıştır. Yirmi yıldır tek partinin ilk kez çok ciddi oy kaybına uğradığını gördük. Yaptık, yine yaparız. Önce vatan, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti diyebilenlerin tek yolu budur. O günler de gelecektir, umutsuzluk yok!