Çay Güzeli
Kitabın Yazarı: İsmail SAYMAZ
(İletişim Yayınları, 1. Baskı-2017, 123 Sayfa)
Araştırmacı yazar İsmail Saymaz’ın öykü tarzında bir kitabı olduğunu bilmiyordum, aldım ve hoşuma da gitti. Kendisinin edebiyatçı değil, gazeteci olduğunu belirterek okuyucuyu uyarıyor. Ama yine de güzel bir kitap olduğunu söylemeliyim. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde on bir kısa öykü var. “Kitabın ilk bölümü otobiyografik anlatımlardan oluşuyor. Bu bölümde anlatılanlar da kahramanlar da gerçektir. Rize’de doğup büyümüş bir çocuğun çektiği, 80’li ve 90’lı yıllara ait siyah-beyaz fotoğraflardır” diyor yazar… İkinci bölüm ise on altı kurmaca öyküden oluşuyor. “Erzurum’daki toprağı para etmediği ve kırkılacak kuzusu kalmadığı için Rize’ye göçenlerin ve tahta el arabasının ardında ömür tüketen İspirli hamalların öyküsüdür” diye özetliyor.
İlk öyküsü, “Bilyali.” Buna tahta parçalarından dört bilye ile yürür hale getirilen oyuncak araba denebilir. Bu öyküde yazarın, çocukluğunda ne kadar yaramaz, inatçı ve aklına geleni yapan biri olduğunu öğreniyoruz. Marangozdan tahta parçalarını, sanayiden bilyeleri çalarken kolunu ve kafasını kırması, arabası binince frenleri tutmayıp kamyonun altında kalmasıyla sonuçlansa da haline acıyan babasının “sana pisiklet alacağum” sözüyle amacına ulaşmıştır.
Çocukluğunda kendini birdenbire “İsmail Reis” olarak bulur! Bir arkadaşının onu “hayde, bizum ocak’ta bir çay içelum” diyerek, neresi olduğunu bilmediği Ülkü Ocaklarına götürmesiyle hızla “Bozkurt” olacaktır. Yakın arkadaşlarının bazılarının gizlice sol yayınlar okuduğunu görse de anlayamayacak, 1995 seçimlerinde Türkeş’in Bozkurt’u olarak ilçelere gidecek, yaşadığı komedi benzeri olayları anlatacaktır. “Ecevitçi babam dahil hiç kimseyi bizim partiye, MHP’ye oy vermeye ikna edemedim. Yaşım tutmadığı için ben de oy veremedim” diyerek garip durumunu itiraf edecektir. Hele 1996’daki Susurluk olayındaki araçtan “Çatlı Reis” çıkınca yıkılacaktır. Ülkücülük sayesinde yoksulluktan kurtulacağına inanmasının da geçersizliğini görür. Bir gün öğretmeninin “Nihal Atsız’ın yanında bunları da oku” diyerek İnce Memed kitabını vermesi, ardından Nazım,’, Ahmed Arif’i tanımasıyla hayatı ve dünyayı değişecek, içindeki İsmail Reis ebediyen ölecektir.
Sıkı futbolculuğunu ofsayda düşmesiyle başlamadan bitirecek, durumu şöyle özetleyecekti; “Hayata sol ayağımla değil, sol elimle devam ettim. O gün ofsayda düşmeseydim, bugün bu gölü atamayacaktım.”
Hayatındaki şanssızlıklar sürerken o her birinden ders almayı da öğrenerek büyüyecekti, “Kâtip” öyküsünde olduğu gibi… Üniversite sınavlarına hazırlandığı yıl tatilde biraz harçlık kazanabilmek için Avukat Mehmet’in bürosunda işe girmiştir. Turuncu renkli icra dosyalarını icra müdürüne gönderir avukat. “İcra Müdürü, en üstteki dosyayı araladığında, “adalet”le tanışmış oldum. Her dosyanın içerisine “cıgara parası” sıkıştırılmıştı. Paralar alındı, mühürler basıldı. (…) Günün sonunda katiplikten istifa ettim. Bu adliyeden “adalet” çıkmazdı. Kim bilir, belki de icra dosyalarına “sıkıştırılanları” yazacak bir gazeteci çıkardı.”
İyi bir şair olup genç yaşta dergilerde şiirlerinin yayınlandığını öğreneceğiz. Bozkurtluk zamanlarında arkadaşının ısrarı ile hızla Nakşibendiliğin Menzil koluna bağlanan bir mürit olacak, beş vakit namaza duracaktır. Hocasına biat edip sofi de olur. Tam işi öğrenmişken bir iftar yemeğinde yaşadıkları her şeyi bozar! Ortada gazete kağıtlarının üstünde koca bir tencere çorba ve yerde ekmek vardır; kaşık yoktur! Sünnetmiş, çorba aynı tencereden elle yenirmiş. Üstelik sağ elle yenmesi gerekirmiş. İşte hem solak olması hem de bir sürü kişinin elini soktuğu yemeği yiyememesi, sofradan aç kalkması, bu da yetmezmiş gibi şeyhi uzun Maltepe içiyor diye o içilmez sigarayla öksürük savaşı yapması tarikatçılığının da sonu olacaktır. “Menzil bana, Tanrı Dağı’ndan daha uzaktı. Davut da Ülkü Ocağı’ndan ayrılıp “Alperen” oldu. Selamı sabahı kestik. Sonra, ben… Bir daha Uzun Maltepe içemedim.”
Babaannesi Bediyana’yı, yaşamındaki en acı ikilemi 18 Aralık 1994’te futbolda Erzurumspor ile Rizespor arasındaki 1. Lige Yükselme maçında yaşamasını, Rize Kalesinin asıl sahibinin tarihteki yazılanlar değil, İspirli Deli Yalçın olduğunu ilk bölümde okuduktan sonra ikinci bölüme geçiyoruz.
“Komenist” öyküsünde seçim sandığında çıkan HADEP oyu yüzünden kuduran muhtarın halkla tartışmalarının komikliğini, oyu verebilecek her kişiye hem iyi hem kötü işler yüklenip sonuçsuz tartışmaları, aslında bu olayın ANAP ile HADEP’in oy pusulasındaki amblemlerinin çok benzemesinden kaynaklandığını öğreniyoruz. Peşinden düğünde gelini kaçıran kameramanı, Belediyede elektrikçi olarak çalışan birinin iş kazasında bir gözünü kaybedince yerine cam bir göz yuvarlağı koymalarından sonra kişinin her olayı bu ana bağlayarak değerlendirmesini, kitaba adını veren Çay Güzeli öyküsünde, Rize’nin Çay Festivali sırasında bir çay güzeli seçme kavgalarını, “Düğüm” öyküsünde ise evlenip çocuğu olmayan oğlunu hocalara götürüp muskalar yazdıran, çözüm bulamadıkça hocanın işi sürekli uzatmasına, evde bir büyülü düğüm olduğuna onları inandırmasına, sonunda oğlunun kendini düğümlü ipe asmasını okuyoruz.
Özellikle Erzurum-Rize arasında Ovit Dağının iki tarafındaki insanların aç kalınca kendilerini Rize’ye atmaları, buralarda çalışmaları, çoğunun yerleşmesini, coğrafyanın bu insanlara dayattığı bir kader olduğunu öğreniyoruz. Rize ve Erzurum şivelerinin tüm açıklığı ve güncel kullanımı ile kitabına da alması gayet de hoş olmuş. Emeğine sağlık.
Ayrıca sevgili İsmail Saymaz’ın gazetecilik yaptığı için ev hapsinde olduğunu anımsayarak bu kitabı da “geçmiş olsun” dileği olarak okuyalım.
İyi okumalar dileği ile. (12.3.2025)