Kral ve soytarıları
19 Mart’ta başlatılan iki yönlü eylem, ülkemizde birçok konuda turnusol kâğıdı görevi yaptı. İçinde azıcık da olsa vicdanı, kafasında beyni, yüreğinde bir parça insan ve vatan sevgisi olanlar, tam olarak AK ile karayı gördüler. Neler olmuştu? Seçimle, eze eze üç kez İstanbul Belediye Başkanlığını, tüm hukuksuzluklara rağmen, kendini yenilmez gören birinden çatır çatır alan Ekrem İmamoğlu, aslında affedilmez bir şey mi yapmıştı? İstanbul’u alarak tüm Türkiye’yi de alacağını mı kanıtlamıştı? Kendi seçmeninin dışındakilerden de oy alarak, bir belediye başkanının sadece kendi partisinin değil, tüm ilin başkanı olduğunu kanıtlayarak bazılarının krallığını mı sarsmıştı?
Suçu çok, saymakla bitmez! Ama sadece seçimi değil, halkın gönlünü kazanarak, birilerine hiç nasip olmayacak sevgi seli ile mi doldurmuştu ülkemizi? Kreşler, her türlü kolaylığı sağlayan özel kartlar, bugüne kadar yapılmamış metro hatları, tramvaylar, otobüsler alıp, yeni hat ve duraklar açıp, halka her tarafa ulaşımda kolaylık sağlaması, Halk Ekmek Fırınları ve Halk Lokantaları ile zar zor geçinen halka yiyecek bir lokma sunması mı hataydı? Her işi yandaş değil, toplum ve dar gelirliler için yapmayı amaç edinen ve adına CHP Belediyeciliği denen yeni bir çığır açması mıydı en büyük suçu? Tabi bunlar kolay yapılmıyordu! Ahtapotun kolları gibi her taraftaki yandaşlara bağlanmış çıkar hortumlarını kesince kıyamet de kopacaktı, koptu da…
Ne olmuştu bir zamanlar? Birileri durduk yerde erken seçim isteyip bu kaosun başlangıcını yaratacak, “muhtar bile olamaz” denen birinden, CHP’nin olmaz olası demokrasi aşkı yüzünden, biri, bırakın muhtarlığı, tek başına ülkeyi yönetecekti. Parti başkanlığı ve Başbakanlık küçük işlerdi, daha büyük, daha yüksek yerlerde olmalıydı; oldu! “Yetmez ama evet”çiler, demokrasiyi yok etmek için ellerini ovuşturanlarla birlikte Demokratik Parlamenter Sistemi tek darbede yıktı, yerine Tek Adamlık Sistemi denen bir sistem geldi. Bir kişi her kişiydi! Koltuk büyüktü, yüksekti, kudretliydi! Sözünün üstüne söz söylenemiyordu. Basın, Güvenlik, Hukuk, peş peşe biat ve itaat edecekti. İstediğini atıyor, istemediğini görevinden alıveriyordu Tek Adam Sisteminde adı üzerinde her şey tek adama bağlı olmalıydı, oldu da. Ama adına “muhalefet” denen birileri çok can sıkıyordu. Sayılarına bakmadan çoktan modası geçmiş, istenildiğinde inilecek bir istasyon olan Demokrasiden söz etmeye kalkıyorlardı! Hak-Hukuk-Adalet diyorlardı, insan hakları, eşit vatandaşlık falan gibi ağıza alınmayacak sözler söylüyorlardı. Eğitimde eşitlik bile isteyeceklerdi. Hukukun üstünlüğünden söz etmeleri daha çok can sıkıcıydı. E, neydi bu yani? Burası dağ başı mıydı?
İmamoğlu boşuna görevden alınmadı! Birilerinin hayallerini yıkmak, geleceğinin önüne takoz koymak kolay affedilecek bir eylem değildi. Üstelik iktidarın ülkeyi ekonomik olarak yönetemez hale getirip, halkın neredeyse tamamını açlığa mahkûm etmesine, bir avuç kişinin ülkenin kaymağını yemesine izin vermemek de affedilecek bir suç değildi… Ve her suçun bir cezası olmalıydı!
Ülkemiz bu olayların benzerlerini daha önce de yaşadı. Muhalefetsiz iktidar sadece faşist ve otoriter sistemlerde olurken ancak demokratik sistemde muhalefet olabiliyordu. Şimdi yaşadıklarımıza bu taraftan bakarsak; muhalefet susturulamaz, elbette krallıkla yönetilmiyorsak! Anayasa tüm yasaların anasıdır, orada yazılı haklar hiçbir şekilde yok sayılamaz, kişilerin çıkaracağı kararlarla bile, eğer krallıkla yönetilmiyorsak… Güvenlik güçleri Anayasaya aykırı emirler verilerek halkın üzerine gönderilemez, elbette krallıkla yönetilmiyorsak… Mahkemeler bağımsız, tarafsızdır, hiç kimse tarafından emir ve talimat verilemez. Adı siyasete bulaşan hiçbir savcı ve yargıç resmi olarak görev yapamaz. Bir partiden aday olsa bile artık mesleğine geri dönemez ve sadece avukatlık yapabilir. Bir partinin İl-İlçe başkanları, hatta hukukla ilgisi olmayanlar bile ne ve nasıl olduğu anlaşılamayan göstermelik sınavlara sokulup savcı-yargıç yapılamaz. Elbette krallıkla yönetilmiyorsak…
Her kralın soytarıları olur. Onların ömrü de kralın ömrü kadardır. CHP lideri ve yetkilileri tarafından her eylemde, halka ve özellikle gençlere polise bir şey atılmaması, çevreye zarar verilmemesi konusunda kesin uyarı yapıldı. Hak aramanın bir özgürlük olduğu, ama ufacık bir yanlışla haklı iken haksız duruma düşmemek gerektiği anımsatıldı. Buna rağmen, bu soytarıların ortada yolsuzluk, rüşvet, mafya kol gezerken, halkı nasıl aldattıklarını görüyoruz. Bir tek örnek; Üç-beş yüz bin kişilik bir protesto toplantısını hiç görmeyip haber bile yapmazken, beş-altı yüz metre ilerideki Bozdoğan Kemeri’nin arkasında bekletilip Saraçhane’ye sokulmayan, Anayasal hakları olan toplantıya katılmaları engellenen gençlerin, muhalefet tarafından(!) yönlendirilen teröristler olduklarını anlatmaya çalışan soytarıları görünce sadece midem bulandı!
İşte bu nedenle şu anda ülkemizde yaşadıklarımız, Demokrasi, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına hiç olmaması gereken eylemlerdir. Gizli tanık, zaman ayarlı soruşturma açma, birilerinden intikam alır gibi bir süreç yaşanması, sadece ülkemizin itibarına, ekonomisine darbe olmuştur. Mahkemeler sürdüğü için ayrıntılara girilmemiştir, zamanla herkes doğruyu yanlışı görecektir. Son olarak; Anayasa vardır, var olacaktır. Birileri de halen içinde bir parça da olsa demokrasi, hak, hukuk, adalet kalan bu çok değerli belgeyi ortadan kaldırmayı, dokunulamaz ilkeler de başta olmak üzere, içinde demokrasi ve hukuk gibi kavramların ya hiç olmayacağı ya da sadece bir kişi tarafından kullanılacağı hale mi getirmek istediği üzerinde düşünmek gerekiyor.
Siyasette herkesin bir gün yaptıklarının hesabını vermesi gerekir. Ama ya verilemeyecek kadar hesap varsa? Demokrasi ile Krallık arasındaki çizgi ne kadar kalındır acaba? Tıpkı yüksek zekâ ile delilik gibi…