İnsanlık tarihinde toplu yaşam başladıktan sonra kavgalar da başlamıştır. Bu nedenle her savaş, bir kez daha barışı düşündürür. Günümüze doğru geldikçe bazen bilimden bile ürker oluyoruz… Örneğin; Nobel dinamiti bulmuştu! Bir de baktık ki, savaştan başka bir düşünceleri olmayan zalim yöneticilerin ellerinde hemcinslerini, yetmezmiş gibi tüm doğal yaşamı da yok etmekte kullanıldı.
Barış, halkın tamamının istemesi ile gerçekleşir. Ülkemizde de kırk yıldır süregelen, Kürt milliyetçiliğini savunduğunu söyleyen bir terör sorunu yaşanmaktadır. Yöneticilerin yanlış tavırları yanında, o örgütü destekleyen, Orta Doğu coğrafyasında büyük beklentileri olan ABD, İngiltere, Fransa gibi devletler yüzünden kontrol altına alınamamış, büyük can kayıpları yaşanmıştır. BOP Projesinin de aynı zamanlarda planlandığı göz önüne alındığında, bize düşen gençlerimizi toprağa vermek, onlara düşen ise Arap Baharıyla Orta Doğuyu coğrafi ve idari yönden istedikleri şekle sokmaktı. Üstelik görevliydik; eşbaşkandık!
Geldik son yirmi-yirmi beş yıla; başlangıcında sınır dışına çıkan/çıkarılan terör örgütü neredeyse uzun süre ülke içinde hiç eylem yap-a-madı. Yani ülkemizde “sıfır terör” vardı. Bunu iktidar lehine kullanırken, gittikçe ülkeyi yönetemez hale geldiğini fark edince de terör örgütü ile yasal bir siyasi partiyi özdeşleştirip onu iki taraftan sıkıştırmayı denedi. İktidara, koltuğunu korumak, kafasındaki tek adam rejimini yürütebilmek için “oy” gerekiyordu. Bu kaynak dinci-milliyetçi partilerden sağlanacaktı; denedi, ama gerçek dindarlar ve ülkücüler onun amacını görüp destek vermediler. O zaman tek kaynak kalacaktı; örgütün partisi dedikleri partinin oyları… Yıllar önce bu oyları alabilmek için Anayasa, yasa, hukuk demeden, TBMM’ni devre dışı bırakarak terör örgütü ile gizli görüşmeler ve pazarlıklar yaptı. Oslo, Dolmabahçe, İmralı görüşmeleri, alınan mektuplar, verilen sözler, gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyemedi, foyaları ortaya döküldü! Ama yine tam olmasa da alacaklarının epeycesini alacaklardı.
Şimdi son aşamaya geldik. Yeniden terör örgütü lideri ile, yine Anayasa, yasa ve hukuku yok sayarak görüşürken, buzdağının görünenini bize gösterip altındaki asıl kitleyi saklamayı sürdürüyorlar. Bunu daha önce yaşamış, terör örgütüyle pazarlık olmayacağını, sokak savaşlarından öğrenmiştik.
Barış; diktatörlerin, demokrasiyi araç sayanların, rejimin temelini dini inançlara dayayanların, Anayasamızı uygulamayanların, başta Hukuk olmak üzere tüm değerleri kişisel görüşüne göre uyarlayanların getirebileceği bir kavram değildir. Barış; insan haklarına, Anayasa ve yasalara, eşitliğe, demokrasiye, özgürlüğe inananlarla, eşit vatandaşlarımızın iktidar uğruna ötekileştirilmesine karşı çıkanlarla uygulanabilir. Barış; terör örgütü lideri üzerinden yasa dışı pazarlıklar yaparak, Kürt halkına göz kırparak, siyasi sistemin değiştirilip özgürlük, özerklik ve hatta ne isterlerse verilebileceğine inandırıp onlardan da kendi çıkarları için destek istemekle olmaz. Çünkü bazı şeylerin gerçekleşebilmesi için mutlaka Anayasanın değişmesi gerekecektir. Daha önce Anayasa değişikliklerinin nasıl ve ne amaçla yapıldığını da gördük.
Geldik bugüne… Terörün durması, akan kanın kesilmesi, evlatlarımızın ölmemesi bizim gönülden, bazılarının ise amaçlarına ulaşmakta bir araç olarak isteyeceği bir şeydir. Düne kadar ülkemizde kaç terörist kaldığını, onların da ayakkabı numaralarını bilenlerin, ABD’ye gık çıkarmadan Suriye’nin kuzeyinde eski adı PKK olan örgüte izin vermelerini sorgulamak, çözümünün ilk adımı olacaktır. İkinci adım, yirmi küsur yıldır iktidarda olup her sıkıştığında Kürt “kardeşlerine(!)” sarılan iktidarın bu kez tuzağına düşmemektir. İktidara yanaşınca kıymetli vatandaş, muhalefete yanaşırsa “terörist” saydıkları Kürt halkının, “yenen kazıkların toplamına tecrübe denir” sözünü anımsamalarıdır. Üçüncüsü; Anayasayı değiştirmek, kendi geleceğini garantiye almaktır! Çünkü ülkeyi yönetemiyorlar ve bunun hesabını da veremeyeceklerini biliyorlar. RTE’nin CB seçimine katılması olanaksız; ama yasa değiştirip “ömür boyu tek aday” yapılmak istendiği artık saklanmıyor bile… Dördüncüsü; bu maddenin karşılığında tüm vaatlerin sınırsızca verileceği gerçeğidir! Daha önce yapılmıştır, yine yapılacaktır! Anayasa ortada dururken, “ben Anayasayı, AYM’ni tanımıyorum, kararlarına saygı da duymuyorum” diyebilenlerin, Danıştay’ı, Yargıtay’ı, hatta AİHM kararlarını bile aynı şekilde yorumlayanların demokrasi, yasa, hukuk gibi kurallara ne kadar uyacağını daha önce de test etmiştik; anımsayanlar bilir…
Sonuç; barış mutlaka olmalıdır. Ancak barış adı altında olmayacak duaya âmin demeye kalkanlar bir daha dikkatle düşünmelidir. Şu ana kadar başta TBMM olmak üzere tüm halkımızın bilmesi gereken, atılacak adımları, verilecek tavizleri, çıkarılmak istenen yasaları ve bunlardan kimlerin ne kazanç elde edileceğini görmeden erken davranmayalım!
Barışın, ancak Laik, Demokratik, sosyal bir Hukuk Devletine, Parlamenter Demokratik Sisteme dönerek, halkımızı bölüp ötekileştirmeden, Anayasa ve yasalara herkesin uyacağı bir zeminde, iktidarın bu sisteme uygun partilerde olacağı bir dönemde; halkın her aşamadan haberi olacağı, ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün savaş zamanında bile açık tutup tüm kararları aldığı yüce TBMM’nde olabileceğini unutmayalım. O günler uzak değildir. Halkı, açlıkla, yoksullukla, sadakaya muhtaç ederek, biat ve itaat eden bir kitle haline getirmekle tutundukları iktidar koltuğu çoktan çökmüştür. Milliyetçi(!) geçinen, ülkücülerin bile terk ettiği liderlerin terör örgütü liderine olan sevgisi, onlardan medet umar hale geldiklerinin göstergesidir. Bu tuzağa düşmeyiniz. Yapılanlar dünyanın en temiz kelimesi olan “Barış” kelimesini bile kirletiyor! Halka yaptıklarının hesabını kurulacak erken seçim sandıklarında vereceklerdir. Bunu engellemek için yapılan bu son hamle de tutmayacaktır. İnsan her zaman bir kere aldatılabilir. İki kere aldatılmış ise kendisini sorgulamalıdır. Her zaman aldatılmak ise aptallıktır!
Çare sizsiniz; çaresiz değilsiniz, gücünüz oyunuzdur.