Lozan ve Sevr Antlaşmaları hükümleri arasında süregelen kavganın dayanağı olan Kürt halkının eşit vatandaş mı, yoksa azınlık mı olduğu yönündeki kavgayı hiç unutmadan, bu günlere nasıl gelindiğini özümsemeden, defalarca denenen ve değişik isimlerle söylenen barış düşlerini de anlayamayız.
Bu sürecin kökü nereye dayanır? Sürecin başlangıcında Öcalan, “Tüm gruplar silah bıraksın, PKK kendini feshetsin” demiş ve sonuç beklenmektedir. O, 7 Şubat 2025 tarihi ise bizi 1920’lere götürür. Türkiye Cumhuriyeti için kırılma noktasıdır. Günümüzde emperyalist devletlerin sömürge haritalarının çizildiği gündür. 10 Ağustos 1920’de, Büyük önder Atatürk’ün çöpe attığı Sevr’in canlandırılmasıdır. “100 yıldır devlet hakkımız engellendi” diyenlerle, “Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’te açılan bir parantez olduğunu” söyleyenlerin hayallerinin gerçekleştiği bir dönüm noktasıdır. Kuruluştan sonra laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak, her bireyin eşit vatandaş olduğunu dünyaya duyuran devletimizin yeniden etnik ve dinci düşüncelerle parçalanmaya uğraşıldığı gündür.
Önceki süreçler neden sekteye uğramıştır? Kurtuluş Savaşı sırasında aynı cephede “kızlarının-kadınlarının namusunu korumak için vatan topraklarına düşman çizmesi girmemesi gerektiğinden” birlikte savaşan insanlar, sonradan ne oldu da silahlarını birbirlerine çevirebildiler? Yüzlerce yıl aynı topraklarda birlikte yaşayanlar, kız alıp kız verenler, komşusunun etnik kökenine de dini inancına da saygı gösterenler bir anda nasıl kanlı bıçaklı oluverdiler? Elbette temel neden ülkemizin çok ülkenin iştahını açmasıydı. Bu duruma göz yumarak koltuklarını koruyanlar sayesinde amaçlarına adım adım ulaşanlar oldu. İçimizdeki alçakları kendi kardeşlerine karşı kullandılar. Ülkenin Kurtuluş Savaşı’nda, canını dişine taktığı zamanlarda etnik ve dini isyanlar çıkarttırdılar. Sonra da bunu “Kürtlerin ve dindarların katledildiği” masalına çevirenler, tapu senedimiz Lozan’ı yok saymak ve Sevr’i canlandırmak peşindeler bu günlerde…
Daha önce denenen Açılım, Oslo ve Dolmabahçe Görüşmeleri, Hendek savaşları, Habur kortej geçişi ve Seyyar Mahkemeler unutuldu mu? Ya BOP Projesi, eşbaşkanlık? Yani ilk kez olmuyordu bu işler… Çünkü Apo 1999 yılında da PKK’ye “silahları bırakın” çağrısı yapmıştı. 2013 çözüm süreci de PKK’nin silah bırakmasını ve Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmesini amaçlıyordu. Süreç, 2015’te sokak savaşlarına dönerek hezimetle bitecekti.
PKK şimdi niçin silah bırakacaktır? İlk akla gelenin iyi niyet olmasını gönülden isterim. Ama yaşadıklarımız ve bazı nedenler iyi düşünmeye engel gibi… Örneğin; 17 Mayıs 2005’te KCK kurulduğunda bünyesinde; Türkiye’de PKK, Suriye’de PYD, İran’da PJAK ve Irak’ta PÇDK; yani, “Kürdistan” olarak adlandırdıkları coğrafyanın dört halkası vardı. Öcalan’ın mektubunda verdiği mesajlarda sadece PKK ismi var; Suriye’deki YPG/PKK örgüt lideri Mazlum Abdi de olayı “Çağrı PKK içindi. Doğrudan bizim bölgemiz için değildi” diyerek kendi örgütünün çağrı dışı olduğunu söylüyor. Bu durum, konuyu birazcık bilenlere şunu düşündürüyor; terör açısından, Türkiye için en büyük tehdit, Suriye’deki 70-80 bin silahlı terörist gücüne ulaşan PYD/PKK terör örgütüdür ve silah bırakmayacak olanıdır!
Mesajın satır araları da dikkat çekici… “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir notunu da bizlere iletti. Onu da sizinle paylaşmış olalım” denmedi mi? Sanki bunu pekiştirmek istercesine eski Başbakan Binali Yıldırım: “Vatandaşlık tanımı gözden geçirilebilir. Yerel yönetimlere yetki devri yapılabilir. Erdoğan’ın tekrar Cumhurbaşkanı adaylığının yolu açılmalıdır” demesi çok açık değil mi? Bu durumun gerçek anlamda bir barış için değil, bazılarının hedeflerine ulaşabilmesi için bir ara yol olduğunu düşündürmüyor mu?
Silah bırakmak mı, silahlarıyla birlikte teslim olmak mı gerekir? Bu konu yasalarımıza uygun olarak; örgütün silahlarıyla birlikte güvenlik güçlerine teslim olması, yargılanmaları sonrasında suçluların cezalandırılması, diğerlerinin özgür bırakılmasıyla olur. “Silahları gömdük, teslim olacağız” sözü değersizdir. Karşılığında başta özel af olmak üzere ayrıcalıklar beklemek devletle pazarlık olur.
Öcalan ne istemektedir? Öcalan ile devletin izniyle(!) hapishanede yapılan heyet görüşmeleri sonucunda beklenen Öcalan’ın “PKK silah bırakacak” sözü öne çıktı. Kendisi için bir şey istediyse namertti zaten; yeter ki barış olsundu. Ancak dilin kemiği yok ki; Öcalan'ın kongreye katılıp katılmadığına dair Pervin Buldan şunları söyledi: "Muhtemelen teknik bir iletişim sağlanmıştır. Çok ayrıntıya girmek istemiyorum.” Yorumsuz! Ama başka bir Devlet; düne kadar kırmızı görmüş boğa gibi saldırdığı, adına bile tahammül edemediği baş teröristi TBMM’ne davet edip konuşmasını; hatta yetmedi, kongresini Malazgirt’te yapmasını söyledi, ortalık alkıştan yıkıldı! Ne kadar milliyetçi olduğunu kanıtladı! Ne istediğini daha öncekiler gibi gizli pazarlıklar su yüzüne çıktığında göreceğiz; aman şaşırmayalım!
Sonuç; Çözüm, ama ne pahasına olmalıdır? Barış süreci, ancak barışı isteyenler tarafından başarılabilir. Ancak daha önceki denemelerden öğrendiğimiz iki taraflı sıkı pazarlıklar yapıldığıdır. Gerek mesaj aralarında gerekse çözüm yolu olarak bazı konular dayatılmaktadır. Devlet’ten yapılan çağrıların ne kadar ilginç olduğunu da gözden kaçırmamalıyız. Çağrı; ayrılıkçı şiddetin sönme derecesine geldiği bir dönemde yapılmaktadır. Yine RTE’nin bir kez daha seçilmesine yönelik anayasa değişiklikleri için Meclis’te gerekli çoğunluğu sağlama çabalarının yürütüldüğü ve en kötüsü de Ortadoğu’da haritaların yeniden çizilmek istendiği, ABD’nin Ortadoğu’da egemenlik gösterisi yaptığı zamana denk gelmesidir.
Yani Cumhur çok sıkışmıştır! Acilen bir Anayasa değişimine gereksinmesi vardır. Karşı taraftan da barış için ille de yeni bir Anayasa istenmesi düşündürücüdür. Bu işin geri planında; Öcalan’a “umut hakkı”, anayasada “millet tanımı”, “eğitim dili” değişiklikleri ya da gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimi için gizli destekler gibi kimi pazarlıklar olup olmadığı yakında belirginleşecektir.
Bugün Türkiye’nin çözmesi gereken, salt PKK’nin silah bırakması değil hem Türk hem de Kürt vatandaşlarının siyasal, ekonomik ve kültürel haklarını yükseltmektir. Ancak bu, demokratik siyaset içinde, TBMM’de olabilir. Ülkemiz yeniden fabrika ayarlarına dönüp çağdaş, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti; böylece bu topraklarda yaşayan her birey eşit ve özgür bir vatandaş olmalıdır.
Barış; savaşın dehşetini, kazananı olmayacağını bilenlerce savunulur, kafasında fetih düşleri, rüyalarında ölene kadar koltuk sevdası yaşayanlarla değil…