“Deprem değil, binalar öldürür.” İster Allah tarafından ister doğa kanunu sonucu oldu diyelim; deprem her an beklenmesi gereken bir olaydır. Yüzlerce yıldır bu konuda kafa yoran bilim adamları dünyanın fay haritalarını çıkarmakta, önlenmesi olanaksız olan bu doğa hareketinden en az zararla nasıl kurtulacağını araştırmaktadır. Depremden saniyeler önce çalarak bizleri uyaracak, tüm elektrik-doğalgaz-su ve diğer tehlikeli düzenekleri kapatabilecek çalışmada epeyce yol alınmıştır.
Elbette bilimsel verileri anlamak, kabul etmek ve uygulamak siyasi ya da bireysel bir “seçenek”tir. “Şefaat” sözünü “inşaat” olarak algılayan rejim, 25 yıldır ülkemizde gördüğü her yeşil alanı betonlaştırmayı başarmak üzeredir. Tamamen kâr amaçlı bu yapılaşmada, “ihaleyi veren-denetleyen-oturum iznini veren” aynı elden yönetilince elbette kâr oranını artırmak için hile yapmak da doğallaşacaktır. Demirde, çimentoda, her malzemede biraz daha ucuzu ve kötüsü kullanılabilir. Bunun örneklerini 6 Şubat depreminde yeni binaların çökmesinde gördük! Ya da su havzalarına, dolgu alanlarına bina yapan, ilçesinden geçen Fay Hattını karar alarak başka ilçeye taşıyan(!) başkanları da biliyoruz!
Bu bir siyasi tercihtir; toplum yararı değil yandaş yararı gözetir. En net örneği, güya kira öder gibi ev sahibi olmak amacıyla düşük gelirli vatandaşlarımıza ev yapan TOKİ’dir. Otuz-kırk bin lira da dahil, kendilerinin verdiği asgari ücret ve emekli aylığı ile daire sahibi olabilecek bir kişi gösterecek olan varsa elini öperim!
Beklenen yedi ve üstündeki büyük sarsıntının geleceği bilinirken 25 yılın 19 yılını iktidar olarak geçiren AKP, şimdiye kadar hasarlı binaların güçlendirilmesi, toplu binalar yaparak dönüşümün sağlanması, öncelikli olan hastane, okul, yurt ve benzeri binaların yenilenmesi konularında ne yaptı? Koskocaman bir hiç! Sadece bol bol vaatler vermiş ve yeni vergilerle halktan para toplamıştı. Milyarlarca tutan ve depreme karşı önlem almak için toplanan bu paraları, amacı dışında kendi çıkarları için, bir sonraki seçimi kazanabilme uğruna, beş-on yandaş patronunu zenginleştirecek yol-köprü-geçitlerde harcadıklarını utanmadan halka gülerek anlatmadılar mı? Eh; nasıl olsa büyük depreme daha çok vardı; önemli olan depremde ölenler değildi, yıkılan evlerin yerine yapılacak yeni para kaynağı inşaatlardı! Yani deprem kolayca birileri için rant kapısı olabiliyordu!
Kanal İstanbul inadı hem deprem hem de rant konusunda çok önemlidir! Bu konuda o kadar çok şey yazılıp söylendi ki, üstelik yalanlanamadı, sadece söyleyen-yazanlara saldırıldı, hapse atıldı, susturulmaya çalışıldı. Ama gerçeklerin mutlaka ortaya çıkma gibi bir huyu olduğunu unutuyor, ya da bilmezden geliyorlar! Kanal İstanbul’un en önemli tehlikelerinden biri, Karadeniz ve Boğazlar konusunda olabilecek uluslararası sıkıntıdır. Var olan anlaşmaların değiştirileceği, Karadeniz ve Boğazların kontrolünü ele geçirip güçlerini artıracağını düşünenleri biliyoruz. Ama onlarla iş birliği yapacak kadar kötü olacaklarını düşünmek istemiyoruz! Bu nedenle daha önce köy statüsünde olup arazileri değersiz olan yerleri ucuza kapatılıp, açılacak kanal sonucu yüzlerce kat değer kazanacağını bilmemek saflıktır. Başta Katar olmak üzere Arap ülkelerine pazarlandığı, şimdi o kişilerin İstanbul BB el değiştirince, buraların imara açılamayacağı, kanalın yapılamayacağını düşünüp “ya para ya arsa” diye dayattıkları düşünülüyor.
Siyaseti “halka hizmet” olarak değil, “yandaşlara hizmet ve gücünü pekiştirmek” olarak algılayanlar; demokrasiyi gerektiğinde inilecek bir durak görenler, Mecliste yasa yapma görevini “parmağı çok olan kazanır” dayatmasıyla bu güne kadar getirdiler ve acınası sonuçlar ortada… Halkı “bizimkiler ve diğerleri” olarak ortadan bölerek, yandaşlarını sadaka ekonomisiyle, bizim vergilerimizden kömür-makarna ile beslemek, köylüye aslı olmayan birçok isim altında az da olsa bağımlılık yaratacak şekilde maaşa bağlamak, işe sadece yandaşlarını almak, “mülakat denen ucubeyi kaldıracağız” sözünü seçim öncesi verip seçim sonu unutmak, kadroları patlatacak şekilde yandaşlarla doldurup bütçeyi maaş ödeyemez hale getirmek en büyük becerileri… Elbette muhalefeti yok saymak, muhalefet yapmayı yasaklamak, yapanları kim olursa olsun içeri tıkmak da demokrasi anlayışlarının göstergesidir. Son 19 Nisan darbesini halen yaşamaktayız!
Depremin ilk günü AFAD hemen toplandı. Başta RTE olmak üzere atanmışları yan yana dizilip ne büyük sözler ettiler, gördük ve dinledik. Peki bu toplantıda İstanbul’da yaşanan depremin Büyükşehir ve İlçe Belediye Başkanları neden yoktu? Sadece atanmışlar ve yandaş başkanlar vardı! Nerede birlik-beraberlik? Yani depremde bile, hatta mesajlarla çok rahatlıkla siyaset yapılabiliyordu!
Toplanma alanlarının ne kadar yeterli olduğunu anlatırlarken şaşıranlar olmuştur mutlaka… Adı var kendi yok, daha doğrusu yerinde AVM’ler yapılmış alanları utanmadan sayabildiler. Ya kendilerini çok akıllı ya halkı aptal saymak değilse neydi bu? İsteyen internetten bakabilir, mal meydanda… Bunu da geçelim; toplanma alanı ancak deprem bittikten sonra işe yarar; enkaz altında kalanların bu alanlara ihtiyacı yoktur! Öncelik, deprem sırasında itfaiye, kurtarma araçları, ambulansların kolayca girebileceği sokak ve caddeler kalmış mıdır, gereği yapılmış mıdır acaba? Binalarda sağlıklı bir toplu dönüşüm, yeni ve dayanıklı toplu konutlar yapılmış mı? Yanıt sizin…
Deprem dün vardı, yarın da olacak. Bunu değiştiremeyiz. Çözümü de bellidir; fay hatlarının üzerine ya da çevresine bina yapmamak, Şehir Plancılığını geliştirmek ve uymak; deprem başta olmak üzere doğal felaketlerde kullanılabilecek yollar ayırmak, yeşil alanlar bırakmak gibi…
En önemli sorunlardan biri de su havzalarımızdır. İstanbul’da var olan su kaynakları kısıtlı, hatta yetersizken, yasalarda bu alanların oturuma açılamayacağı yazılırken, yasaları takmayarak bu alanlara toplu konut inşaatları yaptırmak cinayettir. Son örnek; beldenin seçilmiş sahibini içeride tutarken Sazlıdere su toplama alanına binlerce konut yapmak ihanettir!
Evet; deprem kaçınılmazdır ama biz uzmanların söylediği şekilde hazır beklemeliyiz. En önemlisi; bizleri doğru yönetecek, bilimle, akılla, çağdaşlıkla, dünya gerçeklerine uyarak iş yapacak, halkı için çalışacak, halkı bölmeyecek, ötekileştirmeyecek, önceliği vatandaşın sıkıntılarına ayıracak kişileri seçmek bizim elimizdedir. Bu; fay hattı gibi değiştirilemez değildir. Demokrasinin gereğidir.
Umarım bundan sonraki depremler de böyle hasarsız olur.