Dipteki Zaman
Kitabın Yazarı: İlyas TUNÇ
(Cumhuriyet Kitapları, 1. Baskı-Mart 2024, 122 Sayfa)
Sevgili dostum İlyas Tunç’la uzunca bir edebi sohbet sonrasında imzalattığım iki kitabını ilk fırsatta okumaya başladım. Kitabında çocukluk anılarını anlatıyor bize… “Yıllar önce yaşadığımız, iyi ya da kötü, bir olayı hatırlamak, varlığımızı hatırlamak gibidir. Gelmemiş bir geleceğin bilinmezliği, tuhaf bir tedirginlik yaratır insanda. Hatıraları zararsız kılan şey, geçmiş zamanı asla geri getiremeyecek olmamızdır” diyor yazarımız. Hatıralar geçmişi geri getirmese de en azından aklımıza düştüğünde bizi bir an da olsa bugünün gerçeklerinden koparıp alır, eskilere götürür. O anda çok uzun bir köprüyü geçeriz sessizce. Bu nedenle önemlidir çocukluk anılarımız.
Yazarımızın diğer kitaplarında da gördüğüm en önemli özelliklerinden biri, “adeta kelimeleri, sahneye hazırlanan bir aktör gibi süslemesi, görünürün dışında daha derin anlamlar yükleyebilmesi, bir şekilde kelimelere dans ettirmesidir” diyebilirim. Şiirlerinde bunu hissetmiştim; bir yere kadar şiir için bu durumun geçerli olduğu düşünülse de düz yazıda da aynı yeteneğini başarıyla kullanıyor.
Sadece bu da değil; aynı “Örs” kitabında olduğu gibi, seçili bir nesne ya da anıda geçen ana fikri, dümdüz bir “söz” olarak değil, onun özünü, kökenini, başka bir yerlerde içinde geçtiği yazı ya da düşünceyle yoğurarak önümüze serip anında konuyu zenginleştiriyor.
Anılardan birinde okuldadır, öğretmeni ona bir soru sormuştur: “Sepetinde yedi tane yumurta var, eğer iki tanesini komşunuza verirsen geriye kaç tane kalır?” Sorusuna “sonucu ezberimden hemen bulduğum halde sayılara dökemedim” demiştir. O soruyla o anda, çocuk çoktan başka bir dünyaya geçmiştir bile… Onun komşusu Ayşe teyzedir ve altı tane de çocuğu vardır. Yedi yumurtanın ikisini nasıl verecektir onlara? Ya kalan beş çocuk ne yiyecektir? Olmazdı işte; öğretmeni neden bunu anlamıyordu ki? Aç mı kalsındı o çocuklar? O yedisini veriverdi yumurtaların; artık hepsi yiyebilecekti. Gururla “hiç kalmaz” dedi. Öğretmeni ise halen ona yediden beş çıkınca sıfır mı kalır diye matematik öğretiyordu!
Sonraki bir anısında; çocukluk aşkı kızı elinin parmaklarının resmini çizerken ellerinin yandığını hissetmesini, sonra defterinin o yaprağını kopararak saklamak için “kapağında kısa pantolonlu bir erkek çocuğuyla kırmızı elbiseli güzel bir kız çocuğunun bulunduğu 2. Sınıf Hayat Bilgisi kitabımın arasına koyacaktım” diyor yazarımız. Tam da burada konuyu Canetti’nin “Kitle ve İktidar” kitabının arasında yıllar sonra bu resmi bulmasına geçip hem o anıyı anımsatıyor hem de Canetti’nin “el” ile ilgili görüşlerini bize ustalıkla aktarıveriyordu.
Çocukların sözlü oyunlarını, sorular saçma da olsa büyük bir ciddiyetle oynamalarını anlatıyor bize; “Biz çocuklar hayatın ciddiyetini oyunla bozuyor, bozduğumuz ciddiyeti büyüklere de bulaştırıyorduk. Yerde yer boncuğu varsa gökte… Alacağım yanıtı bildiğim halde soruyu soracaktım: Gökte ne var? Gök boncuğunun da yer boncuğu gibi, nesneler dünyasında yeri yoktu. Olsun! İmgelem gücümüz, onu, yıldızlardan birinin ucuna çengelli bir iğneyle iliştirmeye yeterdi.”
Anılarında bazı yöresel kelimeleri de ustaca kullanıyor yazarımız. Örneğin; “Gidon.” Bisikletin elle tutulan kısmı yani… Bunun dışında gençliğinde iyi bir futbolcu olduğunu bildiğim yazarımızın elbette beklediğim gibi bununla ilgili anıları da vardı. Ama herkesin anımsayacağı ünlü futbolcu Lefter ve top cambazı dediği Raşit ile olan anıları muhteşemdi.
Çocuğun anneye düşkünlüğünün bir örneğini de okula merak ve zevkle giderken saçının taranmasını bile beklemeyen çocuğun, teneffüste öğretmeninin şaşkın bakışları arasında sınıftan fırlayıp, o uzun yolu koşarak eve gitmesi, şaşkın annesine okuldan kaçmadığını anlatır gibi “saçımı tarar mısın anne” demesi anne özlemini ne de güzel anlatıyor.
Sona doğru anlamını o yaşlarda kavrayamasa da kardeşinin ölümünü anlatmış yazarımız. “Serin bir ilkbahar günü. Ben yedi yaşındayım. O, daha yedi aylık. Yavru bir kuş. Yavru kuşlar uçamazlar. Büyümeleri gerek. Ama bizim yavru kuşumuz birkaç gündür büyümüyor; hasta çünkü. Ateşler içinde. Gözlerindeki ışıltılar silinmiş. Gülümsemiyor artık. Boş boş bakıyor. Uzaklara doğru!...” Aradan birkaç gün geçmiş, okuldan dönmüş, ev kalabalıktır, anlam veremez. Annesini görür odada. “Annemi arıyorum. Odalardan birinde. Sırtı kapıya dönük. Yavru kuşumuz da aynı odada. Beyazlara bürümüşler. Oraya yöneliyorum. Komşu teyzeler beni uzaklaştırıyor” diyerek ekliyor: “Yavru kuş uçtu mu yoksa? Sokağa çıkıyorum. Onu aramaya… Arkamdan sesleniyorlar. Duymazdan gelebilsem!”
Gözümde tomurcuklanan yaşları zor tutarak kitabı bitiriyorum. Hepimizin içinde gizlenmiş kim bilir ne anılar vardır? Okursanız size yol gösterecektir. Emeğine, yüreğine sağlık sevgili dostum; okurun bol olsun.
İyi okumalar dileği ile. (16.2.2025)