Kitabın Yazarı: Timur SOYKAN
(Kırmızı Kedi Yayınevi, 2. Baskı-Mayıs 2024, 334 Sayfa)
Araştırmacı gazeteci, TV programlarında bizleri hayrete düşürecek dosyalar açıklayan Timur Soykan’ın on bölümlük bu kitabını da öğrenerek okudum.
Kitabın Birinci bölümünde Balkan mafyasının nasıl Türkiye’yi arka bahçe gibi kullandığını okuyoruz. 8 Eylül 2022’de ailesiyle birlikte yolda hareket halindeyken motosikletli bir tetikçi tarafından vurulan Jovan Vukotiç’in çok ünlü bir uyuşturucu baronu olduğunu öğreniyoruz. Bu cinayet üzerinden de Balkan çetelerinin kurgusu ve ülkemizle ilişkileri anlatılıyor. Bunların çoğu ülkemizi mesken tutmuş, çok çok üst düzeylerden korumaya alınmış, kırmızı bültenle aranırken lüks yerlerde tatil yapabilmiş, konut alıp Türk vatandaşı yapılmış, uyuşturucu, adam öldürme, tehdit, şantaj, para aklama gibi her türlü pisliğe bulaşmış kişilerdir. Elbette ülkemize gelen çeteler bizim yerli ve milli mafya çetelerimizle de ilişkiye girecek, onlarla bazı işlerini daha kolay çözeceklerdi!
Sonra, suç örgütlerinin, yetkililerce izlenemeyen özel şifreli mesajlaşma programlarının 2015 yılında kırılması sonucu büyük sıkıntıya düştüklerini, bu açmazı ise önce EncroChat, sonra Sky ECC programlarının piyasaya sürülmesiyle çözdüklerini okuyoruz. Ama mafyaya karşı savaşan devletler de boş durmayacak ve bu programları gizlice izleyebilecek konuma ulaşacaklardı. Böylece büyük yakalamalar ve örgüt çökertmeler yaşandı.
“AKP iktidarında her demokratik eylem polis şiddetine maruz kalırken mafya grupları, çeteler otomatik silahlarla sokakta geziyordu. Sosyal medyadaki bu paylaşımlar sayesinde Barış Boyun çetesi varoştaki gençlerin ilgisini çekiyor ve daha da kalabalıklaşıyordu” diyen yazar, bunu Kavac çetesiyle anlaşarak 1,5 milyon dolar karşılığı Vikotiç’i öldürmesine örnek gösteriyor. “İstanbul Beyoğlu merkezli çete, Balkan mafyası ile iş birliği yaparak büyük uyuşturucu baronunu öldürüyor, daha sonra Kafkas mafyası bu çetenin mensuplarını ortadan kaldırıyor. Latin Amerika’dan gelen kokainin parası İstanbul’un varoşlarına kadar ulaşıyor. Bu olaylar zinciri bile organize suçun ne denli küreselleştiğini ortaya koymaya yetiyor” diyen yazar soruyor: “1—Avrupa’nın en çok aranan suçluları arasında yer alan bu kişiler, sahte kimlikle Türkiye’ye nasıl bu kadar kolay giriyor? 2—Uluslararası uyuşturucu kaçakçıları, çete liderleri ülkede elini kolunu sallayarak rahat şekilde nasıl seyahatler yapıyor ve otellerde kalıyorlar? 3—Suç işledikten sonra sahte pasaportu kolayca tespit edilen bu kişiler neden suç işlenmeden önce hiç yakalanmıyor?”
Çünkü ülkemizde kırmızı bülten ile aranan suçlular bile hem vatandaş yapılabiliyor hem de kimlik verilebiliyordu. Görünmüyor, yakalanmıyor, en lüks otellerde tatil yapabiliyorlardı. Suçlular kara para cenneti haline getirilen ülkemizde keyif yapabiliyorlardı. Zamanında Susurluk’ta İçişleri Bakanının bile çete kurduğunu görmüştük. Şimdi de sürüyor muydu acaba? Ülkemizdeki çürüme, rüşvet ve yolsuzlukların miladının 17-25 Aralık olduğunu belirten yazar, burada hukuku teslim alan FETÖ olsa da açıkça rüşvet alındığı ve yolsuzluk yapıldığı halde ilgililerin cezalandırılmayarak korunduklarını söylüyor. Zamanla FETÖ borsalarının kurulduğu yargıda kurulmuş çeteleri de görecektik. Çünkü iktidar seçimlerde kendine destek mitingleri yapan Sedat Peker’i bile korumaya almıştı.
“Siyasi iktidar, rant ve yolsuzluk düzeninin devamı için tüm denge ve denetleme sistemlerini yok etmişti. Saray bir mıknatıs gibi kirli unsurları çekerken güç ve para devşirdiği bataklığı genişletti. Geçmişte yetersiz de olsa yargı sisteminin standartları vardı. AKP’nin yargıyı FETÖ’ye teslim etmesinden sonra kumpaslarla başlayan çöküş, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra yeni bir boyuta evrildi. (…) Elbette bu çürümüş sistemi sadece Türkiye kamuoyu değil, dünyanın suç örgütleri de takip ediyordu. Bu bataklık mafya için çok cazipti. Onlar için rüşvetle emniyetten, yargıdan kurtulabilecekleri, siyasi bağlantılarla dokunulmaz olacakları bu sistem cennetten farksızdı. Üstelik kara paralarını getirip kolay para kazanacakları sistem de onlar için hazır edilmişti” diye durumumuzu özetleyen yazarımız ekliyor: “Mafya, güvende hissetmek ister. Malvarlığını rahat rahat kullanacağı bir ortam arar. Bunun için de siyasi destek ve bürokratik hoşgörü çok büyük önem taşır. Son dönemde pek çok suç örgütü liderinin, bu kişilerle mücadele etmesi gereken siyasilerle boy boy fotoğraf vermiş olmaları gösteriyor ki; mafya Türkiye’de kendine sıcak bir yuva bulmuş. İçişleri Bakanı değişikliği sonrasında her taşın altından yerli veya uluslararası mafya liderinin çıkması; bunların milyarlarla ifade edilen dövizlerine, altınlarına, villalarına, lüks araçlarına el konulması mafyanın kendine açılan sıcak siyasi kucakta ne de çabuk gelişip büyüdüğünün açık bir göstergesidir.” Bunların oluşmasında AKP’nin çıkardığı “Varlık Barışı” denen, kaynağı ne olursa olsun kara paraların bile aklandığı, üstelik parayla vatandaşlık satıldığı sistemin payının büyüklüğü de önem taşıyor. Parayı veren vatandaş oluyor, kırmızı bültenle aransa da ülkesine iade edilmiyordu!
Beşinci bölümde ülkemizi saran Avrasya suç şebekelerini ayrıntılı olarak okuyoruz. Adına Kanuni Hırsızlar denen iki büyük çetenin ve başkanlarının maceralarını şaşırarak okuyacağız. Aslında Kafkasya mafyasının 2000’lerden beri Türkiye’de lüks oteller ve malikanelerde yaşadığını, çok önemli bir mafya babası cinayetinin de İstanbul’da işlendiğini anlatıyor. TV’lerde itiraflarda bulunan Sedat Peker’in, Süleyman Soylu’nun “dünyanın en büyük 12 mafyasından biri” dediği Nadir Salifov’un Türkiye’de yaşadığını söylüyor, nedense Türk görevlilerinin ise onu görmediğini de okuyoruz. Üstelik bu baronun İstanbul’da anıt mezarı bile yapılmıştır! Bu sırada Ekim 2020 yılında Mehmet Ağar, Alaattin Çakıcı, korkut Eken ve Engin Alan’ın dörtlü fotoğrafını da anımsatıyor yazarımız…
Altıncı bölümde Hollandalı baronu kimlerin koruduğunu, bu ve benzeri kara paraların, hatta IŞİD’in kanlı paralarının Hawala sistemiyle nasıl ülkemize geldiğini, sonunda ülkemizin 21 Ekim 2021’de Gri Liste’ye alındığını ve ekonomik olarak ağır bedeller ödediğini okuyoruz.
Yedinci bölümde de Türkiye’de çok güçlüyüz diyebilen Avustralyalı çeteyi okuyoruz. Yazar, “Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanı olmasından sonra yapılan operasyonlar, Süleyman Soylu dönemindeki derin karanlığı gözler önüne serdi” diyerek başlıyor ve Avustralya merkezli Komançero çetesinin İstanbul’a yerleşmesi ve eylemlerini anlatıyor. “Yani Türkiye’deki yargı ve güvenlik güçlerinin bu çeteyi tespit etmesi ve operasyon yapması için medyayı takip etmesi bile yeterliydi. Ama yapılmadı. Neden? Kimler engelledi? (…) Yani suç yeri Türkiye’ydi ve aslında bunu soruşturmamak suçtu.”
Kitapta konuları daha iyi açıklayabilmek için, bu konularda ses getiren haberler yapan gazeteci Bahadır Özgür ile yazarın yaptığı bir röportaj okunmaya değer… Kitap sonsöz ile bitiyor. “Türkiye bu çok karanlık dönemle gerçek bir hesaplaşma yaşamadan toplumsal yozlaşma ve çürümeden kurtulamayacak. Bunu ancak geniş toplum kesimlerinin temiz devlet ve demokrasi talebi başarabilir. O zaman dünya tarihinin en büyük temiz eller operasyonlarından birini göreceğiz. Bu ülke kirlerinden arınacak… Pes etmek yok!” diye bitiriyor yazarımız. İçinde yaşamakta olduğumuz bir soygun ve mafya dönemi; dikkatle okunmalı.
İyi okumalar dileği ile. (25.11.2024)