Şurada kaldı sayılı günler, yakında emekçilerle emeklilerin ölmeden nasıl süründürüleceklerini belirleyecek ücretler bizi yönetenler tarafından açıklanacak. Uzun zamandır üzerinde o kadar sıkı çalışılıyor, kılı kırk yarıyorlar ki, gören dünyanın en büyük keşfini yapacaklar sanıyor!
Yıllarını alnının akıyla çalışarak geçiren, devletine vergisini, sigorta primini eksiksiz yatıran, gençliğinde ve kuvvetliyken yaptığı bu yatırımın karşılığını emekli olunca almayı, kalan ömrünü insan gibi yaşamayı, eski zor günlerinin acısını çıkarmayı düşleyen kamuda ya da özel sektörde çalışıp emekli olanlar, bu devlet çalışmasını şaşkınlıkla izliyorlar.
Sadece emekliler mi? Devletin eğitim, sağlık, güvenlik, çalışma ortamı yaratma gibi görevleri olduğu Anayasasında yazılı olduğunu bilen ve inanan, seçimlerde kendilerine vaat edilen parlak kanan gençlerimiz, okullarını bitirmiş iş bekleyen genç meslektaşlarımız ve bu aşamalara ulaşmayı düşleyen öğrencilerimizin durumu nasıl? Askerlikse askerliğini, okumak ise okumayı, çalışmak ise mesleğine göre atanmayı ve liyakate göre iş bulmayı beklemekten çaresiz durumdalar…
Peki ya üretimin can damarı olan köylü, çiftçi ve sanayicilerimiz? Bir avuç nüfusa sahip ülkelerin, sadece günü kurtarıp geleceği yok eden tohumlarına, genetiği değiştirilmiş yiyeceklerine, gübresinden ilacına kadar ve kendi üretimimizi yok ederek bunlara mahkum edildiğimizi görünce; samanından yemine, akaryakıtından elektriğine, sulama suyundan kullanılan malzemesine kadar sürekli zam yapılan ve artık halkın tüketim gücünün üzerinde maliyetlere yükselen ürettiklerini satamamanın, hatta artık üretim yapamayacak hale gelmenin sıkıntısını yaşarken geleceklerinden umutlular mı?
Ülkemizde bunlardan başka kimler kalıyor derseniz; tuzu kuru olan bir avuç azınlık! Devletin tüm olanaklarını, yasaları amaçlarına uygun esneterek yandaşlarına para kanalları açan, çok büyük işletmelere sahip olup onlara çökerken de bu desteklerden yararlanan, zaten vergi gibi tüyü bitmemiş yetim hakkını anımsatan ödemeleri tanımayan, bol bol affa uğratılan, bu konumlarını korumak için mafyalaşmayı ve elbette bunun sonucu olan her türlü yasak madde kaçakçılığını da meşrulaştırarak yeni para kaynakları yaratan, bir eli yağda öteki balda olanlar kalıyor.
Yirmi yılı aşkın bizi tek başına yöneten iktidar var. İstediği her yasayı mutlak parmak çoğunluğu ile çıkarabilen, muhalefete ağzıyla kuş tutsa yaşama hakkı tanımayıp her önerilerini sorgusuz ve tartışmasız reddeden, bu uzun süreç içinde adım adım devletin tüm kurum ve makamlarını kendi istediği kişilerle doldurup mutlak bir hakimiyet sağlayan bir yönetim… Bunu bile yeterli görmeyip Parlamenter Demokratik Sistemi yok edip Tek Adam rejimine geçen, ülkemizi başta ekonomi olmak üzere dünya lideri yapacağını vaat eden bir yönetim…
İşte hayaller ve gerçekler burada bitiyor! Kendi ayakları üzerinde durmayı beceremeyen düşer, hatta ayakta durmayı başkasının desteğine bağlayan ne zaman düşeceğini bile kestiremez. Beyni olup düşünemeyen, okuma alışkanlığını hiç edinmemiş ve hatta okumayı tehlikeli gören, soruşturmayan, hesap soramayan, yaşanan her olumsuzluğu muhalefetin ve dış güçlerin işi olduğuna inandırılıp üzerinde bir saniye bile düşünmeyen, hatta lidere karşı çıkmanın dinen günah olduğuna, dinci liderlerinin Allah’ın vekili olduğuna inanan, işlerinin sorgusuz biat ve itaat etmek, ne denirse yapmak olan bir nesil yetiştirildi.
Şimdi bunların muhasebesini yapma zamanına gelindi. Asgari ücrete, emeklilere, çalışanlara ne kadar zam yapılacakmış! Durun bakalım, TÜİK ne derse o, boşuna çene yormayın yani… TÜİK kurumu yasal olarak açıklaması gereken listeyi siz istedi diye açıklayacak değil ya; onun görevi istenen enflasyon oranını tutturmak! Yıllardır başarıyla da yapıyor zaten… Elbette belirlenen rakama büyük reis de kendinden bir katkı yapar herhalde; niye yaptın ya da yapmadın diyecek var mı ki? Tek garanti olan, TÜİK ne derse vergiler bir kuruş sapmadan kapımıza dayanacak, ama ücretlere zam tartışılacak. “Yirmi beş yaparsak açlıktan ölmez ama sürünürler, yeter o kadar” diyenler, “Siz bin lira daha fazla vermenin maliyetini biliyor musunuz?” diye havalanıp posta da atarlar. Yahu emekliler, size de ne verse yaranamıyorlar; bak, ne diyorlar? “Olsa dükkân sizin…” Ne yani? Size de müşteri garantisi mi verseydi? Milyarlarca lira verginizi mi silseydi? Biraz haddinizi bilseniz yani; ağa ne verirse şükredin, oturun aşağı…
Uçurumdan önce son çıkış! Evet, bu cümleyi çok duymuşsunuzdur. Bu defa iyice duyun, belki bir yıl sonraya yürürlükten kalkabilir bile! Hoş zaten maaşlara yapılacak zam, asgari ücretin büyük fedakarlıklarla yirmi beş bin liraya kadar yükseltilmesi, emeklilere asgari ücretin bile altında maaş eğer yetmeseydi size hak görürler miydi? Bundan dolayı sesinizi kesin, şükretmeye devam edin, verenlere dua edin.
Ya da arabacı ile ağanın yolculuğunda iddiaya girip at b.kunu sıradan yemeleri ve sonucun değişmediğini görmeleri gibi kendinize sorun: “Biz bu b.ku, yirmi yıldır bunları ha bire desteklediğimiz halde yine niye yedik?” diye…