Aslında her şey ülkemizin Kurtuluş Savaşını kahramanca veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Anka Kuşu gibi küllerinden yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti kurmasıyla başladı. O zamana kadar Osmanlı’nın parçalanması ve emperyalist ülkelerce paylaşılması üzerine kurgulanmış senaryonun büyük ölçüde işlediği görülüyordu. Sevr özlemdi ama Lozan’a da razı olmak zorunda kalacaklardı.
Coğrafyanın kader olduğu bilinir, bizim yerimiz de tüm emperyalistlerin ağzını sulandıran bereketli ve önemli bir yerdi. Tarihin geçiş yolları, yerleşim yerleri, su, ziraat alanları, yeraltı ve yerüstü servetleri, enerji kaynakları… Bunlara hasret ülkeler ne yapıp edip buraları ele geçirmeyi planlıyorlardı.
Savaş bunlardan ilkiydi, ağızlarının payını aldılar! Ama düşmanda hile bitmezdi! Barış ve ekonomik yardım adı altında bizi kendilerine mahkûm etmeye çalıştılar, işe yaradı mı; yaradı. “Borçlunun başı eğik olur” atasözünü bir daha öğrendik, verilen her kuruş karşılığı dini ve milli duygularımızı körelterek biraz daha onlara bağlanmamızı sağladılar. Yandaş adamlar buldular, yetiştirdiler, kullandılar. İçimizdeki yabancılar günden güne çoğaldı.
Bu aşamadan sonra sıra halkı parçalamaya geldi, bu aslında en etkili kozlarıydı. Yıllarca altyapısını kurup, adamlarını yetiştirip belli yerlere yerleştirdikten sonra onlar eliyle din, eğitim ve etnik kökenlere el atılacaktı. Tek Tanrı-tek Kitap-tek Peygambere inanan halk, gittikçe dindarların yerini alan dincilerin eline geçirildi. Hızla Şeyhler-Şıhlar-Gavslar ortaya döküldü. Tanrıyı da peygamberini de şirk koşarak kullanıp kendi dediklerinin doğru olduğuna halkı inandırdılar.
Eğitim zaten bunlarla birlikte ele geçirilmeye çalışılıyordu. Ülke tarihinin en büyük eğitim atağı olan Köy Enstitüleri hızla kapattırıldı. Latin Harflerine geçişte bile ne zorluklar yaşayan kurucular, neredeyse sıfırdan aldıkları okur yazarlığı belli bir düzeye getirmeye çabalarken sömürgeciler bu tehlikenin çoktan farkındaydılar. Ellerinden geldiği kadar çağdaşlığı hedef alan Cumhuriyet Türkiye’sini engelleyeceklerdi. Başardılar da… Fen okulları yerine Kur’an Kursları, İmam Okulları açmaya özendirip yaptırdılar!
Böylece emperyalistler artık ülkeyi coğrafi olarak parçalama aşamasına gelmişlerdi. Sırada etnik kökenlerin kurcalanması vardı. En kolayı da buydu aslında ama zamanın iyi ayarlanması gerekiyordu. Alt yapı tamamdı, eğitim dinselleştirilmiş, din kişiselleştirilmiş ve halk Tanrıya değil kullarına tapar haline getirilmişti. Son aşamada bunun üstüne dün Kurtuluş Savaşını birlikte vermiş, aynı coğrafyada yaşamış halkların, Atatürk’ün vatandaş tanımını reddederek ayrı ırklar olduğu dayatılmaya başlanmıştı. Böylece ülke içinde iç savaşa kadar giden dış destekli bir teröre geçmek çok kolay olacaktı.
Bunlar sürerken sıra ekonomiye geliyordu. Yetiştirdikleri adamları sayesinde yönetimleri de ele geçiren emperyalistler, ülkede yarattıkları fiziki kaos, çatışma, güvensizlik ve bölünme korkusu sayesinde halkı iyice pasifleştirdiler. Kan pahasına kurulan Cumhuriyet ve Demokrasi içi boşaltılarak iyice zayıflatıldı. Bu ortam, ülkenin tüm değerlerinin özelleştirme adı altında başka ülkelere peşkeş çekilmesine, halkın refahı için kullanılması gereken yatırımların yok edilmesine neden oldu. Yabancı sermayenin baskısı altında yerli sermaye ya yok olmaya ya da onların emrine girmeye zorlandı. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz sömürgecilere açıldı. Halk, bu aşamada düşünmeden, sadaka ekonomisi baskısıyla nereye gittiğinin farkına varmayarak oy kullanıyor olmasını demokrasi sanmaktaydı! Bu büyük yandaş kitlesi el birliği ile uyutulmaya devam edildikçe ülke de el değiştirmekteydi.
Tarihin derinliklerinden bu günlere geldiğimizde ülkenin Osmanlı döneminden daha da kötü hale gelmekte olduğu ortada… Ülkeyi yurtsever bir düşüncenin yönetmesi artık bir zorunluluk oldu. İçte ve dışta ülkemizin hiçbir ağırlığı kalmadı. Sınırlarımız bize düşman ettiğimiz ülkelerle çevrili. Son şansımız kuruluş ayarlarımıza geri dönmektir. Bu halk, gerektiğinde cephede bile aç karnına, yalın ayak dayanmasını bildi, gerekirse öldü. Acıların paylaştıkça azaldığını, sevinçlerin ise çoğaldığını öğrendi. Şimdi eğer gerçekten inanırsa bundan daha fazlasını bile yapabilir.
Ey siyasiler, vatandaşlarımızın yeniden çağdaş, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinde, insan haklarına saygılı, yarına ait hiçbir kaygısı olmadan yaşayabileceği bir yönetim için öne çıkın, halka güven verin. Salt koltuk uğruna ülkenin değerlerini ve vatandaşın geleceğini yok etmeyin. Bölücü, ötekileştirici, tehdit edici, aşağılayıcı, hak-hukuk-adalet tanımazlığı bir tarafa bırakın artık!
Ey halkım, siz çok kötü günler gördünüz; açlıkla, yoksullukla, ölümle sınandınız. Kardeş kavgasını yaşadınız. Sizi insan yerine koymayan, sadece oy deposu olarak gören siyasetçileri iyi tanıyın! Onlar vekil, siz asilsiniz, unutmayın. Çocuklarınızın geleceğini garantiye almak için yeniden el ele, yan yana, dostluk içinde, güzel günlere ulaşmaya “Haydi dostlar, yarın bugünden daha güzel olacak” diyelim hep beraber. Emperyalizme, yayılmacılığa, sömürgeciliğe, faşizme, insanı temel almayan her ideolojiye hayır! Güzel günler göreceğiz dostlar, yeter ki birlik olalım.