Dünya tarihinde önlere çıkacak kadar uzun süren bir tek adamlık siyaseti yaşamaktayız. Elbette bunun kâğıt üzerinde “demokratik”, yani demokrasinin ortaya sandık koyma olduğunun savunulduğu bir şekilde geliştiğini de biliyoruz. Her kuşağa nasip olmayacak kadar uzun ve unutulmayacak bir sistemi test eden denekler gibiyiz. Bu sistemi ayakta tutan “insan” faktörünün yapısını anlayıp çözemeden elbette siyasetlerinin eriyip yok olmasını beklememiz hayal olacaktır.
“Muhafazakâr-milliyetçi-dinci” bir seçmen kitlesinin ta Cumhuriyetin ilanından hemen sonra doğmaya başlayıp çığ gibi büyüyerek bu günlere geldiğini gördük. Devletin temel ilkeleri olan demokratik ve laik değerler başta olmak üzere Anayasa ve yasalara karşı sürekli gizli bir muhalefet yürüten gruplar demokrasiden yararlanarak demokrasinin altını oydular! Eğer bu çelişkiyi iyi kavramazsak bu günkü yandaş kitleleri hiç anlayamayız. Sosyal devlet, demokrasi ve laiklik ile insan kavramı üzerinden kurulur. Hak, hukuk ve adalet ile desteklenir. Bunlardan herhangi birinin değersizleştirilmesi zamanla tüm yapının sarsılmasını, hatta yıkılmasını sağlar. İşte yaşanan olay budur.
Eğitim, bir ülkenin bilimsel ve çağdaş geleceğini oluşturacak temel fabrikadır. Buradan ya özgürce düşünüp öğrendiklerini sorgulayacak, üzerinde kafa yorarak günümüze uyarlayacak, yanlışa yanlış diyebilecek cesarete sahip kişiler yetiştirilir; ya da bilimsel gerçeklerin yerine dinsel dogmaların konduğu, tornadan çıkmış gibi aynı tipte, sorgulamaz, eleştirmez, sadece inanan ve biat eden kullar yetişir.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda neden her gelen sağcı iktidarın öncelikle Milli Eğitimi ele geçirmeye ve yavaş yavaş bilimden uzaklaşıp dinci öğretiye dönmeye çalıştığını anımsayalım. Ve burada biraz durup iğneyi kendimize batıralım: Biz o zaman neden yeterince direnmedik? Demokrasi ve laikliği korumadık? Üç beş oy veya koltuk uğruna mı sustuk da geleceğimizi ipotek altına aldırdık? Bu sorulara yeterli yanıt verebiliyor muyuz?
Örneğin başörtüsü olayı… Bu ülkede halkın çok büyük kesimi zaten başörtüsü örtüyordu, neden bu bir anda bayrak haline getirildi? Başını örtmenin bir devlet zorunluluğu olacağına inandırıldık? Burada da durup iğnemizi ele alalım: Devletin belli kurumları vardır ki kılık kıyafetleri aynı olmak zorundadır. Örneğin askeriye, hukuk, öğretmenlik gibi… Bu kurumlara girmeyi düşünenler peşin olarak kurallarına uymayı kabul etmiş kişiler olmalıdır. Sarıklı yargıç, başörtülü subay, saç sakal karışık, öğrencisine kötü örnek olacak öğretmen olmamalıdır. Bu gerçekleri nasıl yıktık? Demokrasi adına! Kimse beni yargıç ya da subay olmam için zorlamadı ki oradaki yaşam tarzını ya da kıyafeti eleştireyim, beğenmiyorsam gitmem olur biter… Ama birileri -ki demokrasinin D’sini savunmayanlardı- çıkıp bize demokrasi öğrettiler, biz de kuzu kuzu boyun eğdik. Yani sarı öküzü verdik! Şimdi aslında İslam dininin örtüsü olmayan başörtüsü de milli örtü oluverdi, hayırlı olsun! Biz buradan önce de birkaç kez zaten sarı öküzü vermiştik. Bir meslek kurumu olan İmam Hatipler artık zorunlu olup her yanı sardı. Buradan mezun olanlar türlü oyunlarla devletin temel kadrolarına transfer edilerek yasal düzeni dinci hale getirmekteler. Var mı itirazı olan?
İşte böyle bir kitle şimdi sağ siyasetin oy deposu haline geldi. Sistemlerinde hiç yeri yokken “bir araç” dedikleri demokrasi ile en tepelere ulaşabildiler. Bizden de demokrat olmamız ve onlar yükselirken destek vermemiz beklendi. Yeterince de yaptık utanmadan, ne diyeyim?
Şimdi artık dinciliği esas alan, vatandaşı kul ve kendine biat ve itaat eden, liderlerini neredeyse Peygamberlerden bile üstün sayan, sormayan, liderinin her dediğini kesin doğru kabul edip işaret ettiği her şeyi düşünmeden yapan, her türlü iyiliğin liderinden, kötülüklerin ise muhaliflerden geldiğini düşünen bir kitle oluşturuldu. İşin kötüsü bu özgün tiplerin geri dönüşümü yok!
İnsanların beyinleri yıllarca gerçek olmayan propaganda ve yalanlarla yıkanacaktı. Şeyhin, Liderin, Başkanın her söylediği tartışmasız doğru kabul edilip emri yerine getirecek hale getirildi. Tartışılmadı, hatta dün ak dediğinde de bugün kara dediğinde de alkışlanabildi. Karşı çıkanlar vatan haini ilan edilebildi. Yıllardır sağ iktidarların yönettiği ülkemizde yirmi küsur yıldır şahlanan enflasyonu düşüremeyen iktidar, asgari ücretli ve emeklilere sadaka verir gibi ücret verirken bile yandaşların işte bu yüzden gıkı çıkmadı! Sadece bu mu? Almanya bizi kıskanmıyor mu? Şam’ı fethetmedik mi? ABD ve AB bizden çekinmiyor mu? Enflasyonu dış güçler yükseltmiyor mu? Ha bire bilmem nerde petrol çıkmıyor mu? “Erdoğan siyasetini toplumdaki değişen veya değiştirdiği yapı üzerine kurguladı. Gerçekler değil, algılar üzerinden siyaset yapıyor” diyor bir köşe yazarı, doğru. Peki çözüm?
Bu kitle lider kitlesidir, lider gittiğinde kendi de yok olmaya meyillidir. “Kral öldü yaşasın yeni kral” diyene kadar ciddi güç kaybeder. Ve çıkarcıdır, canını ve malını çok sever, bunlara yönelik bir tehdit gördüğünde babasını bile satar. Sistem bireysel çıkarlar üzerine kurulu olduğundan eninde sonunda bir paylaşım kavgası doğar ve birbirlerini yiyerek bitirirler. Zaten bıçağın ucu kendine değince bile korkudan hoplayamayanlar, artık bıçağın sapına kadar kaba etine girdiğinde istemeseler de hoplayacak, acının nedenini bir kez daha sorgulayacaklardır. Açlık bacayı tutuşturmuş durumdadır!
Biz o günleri beklemek yerine şu anda ülkemizin yüzde atmışından fazlasını yöneten CHP’li belediyeler gibi, gerçek halk belediyeciliği kavramını her türlü idari konumumuzda da yapabildiğimiz sürece, haktan hukuktan adaletten ayrılmadan, tüm vatandaşlara ayrımsız ve doğru hizmeti verdiğimiz zaman sırtımız yere gelmez! Bunu bıkmadan usanmadan en ücra köşelere kadar sadece ve anlaşılır şekilde anlatmak, bu arada ülkemizin yaşamakta oldukları yetersiz yöneticiliği örneklerle göstermek, halkımızı ikna etmek zorundayız.
Açlık en büyük terbiyedir! Dürüstlük ve kişiyi “adam” yerine koymak da en unutulmaz iz bırakan davranıştır. Her ikisine de sahip bir siyaset ve bilgi birikiminden geliyoruz, bunu yapabiliriz. Yeter ki kendi ayağımıza kurşun sıkmadan ülkenin temel sorunlarına ve yarınlarımıza sahip çıkalım.