Spor, özellikle de futbol, on binlerce kişiyi sahada toplayabilecek güce sahip tek olaydır. Ülkemizde siyasetin normal kulvarında olmaması, futbolu ve oy kaynağı olabilecek taraftarı hedef yapmaktadır. İktidar kendi çıkarlarına göre sürekli düzenlemeler ve kontrol edilebilecek kişileri yetkili kılmakla sporun tamamen içine girmekteydi. Her karar, o koltuğa oturanın değil, “Sayın beyefendinin talimatıyla” alınır ve uygulanır oldu. TFF bunların en baştaki örneğidir. Oysa futbol, bizim kuşağın anımsayacağı gibi aynı tribünde iki takım taraftarlarının yan yana oturup maçı izlediği dönemleri yaşamıştı. O zaman da renk aşkı vardı; ama karşı takım “düşman” değil, “ezeli rakip, ebedi dost” sayılırdı. Şimdi maçlar savaş alanlarına dön-dürül-üyor!
Özellikle kulüp başkanlığı neredeyse bir yatırım oldu. Çoğu büyük iş adamı olan bu makamlar, zorunlu olarak “idare” ile iyi ilişkilerde olmak gerektiğini düşünüyordu. Bu siyasete yaslanma, iki taraflı çıkar sağladığından artık kulüp ikinci derecede kalmakta, başkan ise bu işin tadını çıkarmaktaydı. Bir spor takımının başkanının siyasi bir adaya destek vermesi alkışlanırken, bir diğerinin FETÖ örgütü üzerinden hapislerde yatırılmasının görmezden gelinmesi unutulmamalıdır. Özetle futbolumuzun sorunu tamamen hakem, futbolcu ya da antrenör kaynaklı değildir. Asıl sorun, her maç sonunda propagandasını yapan şöhret peşindeki zengin yöneticilerdir. Elbette bazıları bunun dışındadır.
Futbolda Passolig uygulaması, statlarda suç işleyenler tek tek tespit edilecek diye hayata geçirildi. Ama görüyoruz ki ne teknolojinin getirdiği kameralardan ne de bu sistemle, hangi koltukta oturduğu ve açık kimliği bilinen kişilerden bile sonuç alınamıyor! Çünkü siyaset, adam kayırmacılığını burada da yaparak başka kimlikle istediği holiganını-teröristini sahaya sokabiliyor!
Sporun seyirlik bir oyun olduğu, her üç sonucun da olabileceğinin peşinen kabulü gerektiği, diğer kulübün düşman değil sporda rakip olduğu, karşı takımların sporcularının da aynı kendileri gibi ekmek parası peşinde koştuğu, onun başına gelebilecek kötü bir sakatlığın yarın kendisi için de olabileceği, bu nedenle sporu arenadaki gladyatörler gibi değil, spora yakışan bilgi, beceri ve estetik içinde yapmak gerektiği kabul edilmelidir. Seyirci de maçın başından sonuna kadar âşık olduğu renklere coşkuyla destek vermeli, sonuç ne olursa olsun takımına sahip çıkmalıdır. Hele bunu diğer takımı da hoş geldin ve güle güle diye alkışlarsa işte o zaman seyirci terörü ortadan kalkabilir. Ama bizde siyasetin kayırmacı ve ötekileştirmeci becerisi sporda fanatik seyirci yaratmıştır. Fanatizm, koşulsuz bağlanmak ve salt kendi tarafını düşünmektir. Bu nedenle fanatik; sporda adalet değil, ne olursa olsun galibiyet ister! Kendine istediği adaletin ötekilere uygulanmasını ise istemez, hatta tersini savunabilir. Ona bu cesareti ve kişiliksizliği veren nedir? Bana göre yine siyasetin olumsuz sonuçlarıdır. Sadece kendine adaleti siyasetçiler de isteyip savunmuyor mu?
Seyirci neden tahrik olacaktır? Eğer takımı kaybettiyse bunu kabul etmek zorundadır. Sahada alamayacağı başarıyı masa başında alma umudu yoksa, yaptığı taşkınlığın yanına kalmayacağını öğrenirse seyirci tahrik olmaz! Başka kimlikle veya kayıt dışı maçlara giremezse, yasak olmasına rağmen sahaya meşale, kesici ve delici aletler sokamazsa, sahaya dalıp futbolcu ya da hakem kovalayıp dövemezse, yakalandığında siyasiler devreye girip onu korumazsa ve gereken cezayı alırsa seyirci ne fanatiklik ne holiganlık yapabilir ne de tahrik olur!
“Rakip takım sahamızda hem bizi yenip hem de orta sahada sevinç gösterisi yapabilir mi, bizim seyircimizi tahrik edemez” saçmalığı konuşmaya bile değmez! Elbette sevinecekler, başarılarını kutlayacaklar. Sen kazansan yapmayacak mısın? Ne zaman bunu kabullenir ve biz de onları alkışlayabilirsek normale döneceğiz.
Son oynanan TS-FB maçında fanatik seyirci terörü yaşandı. Üstelik “Kırmızı Pazartesi-G.G.M.” kitabındaki herkesin bildiği ve beklediği cinayetin işlenmesi gibi olay çıkması nereyse kimseyi şaşırtmadı. 9 yıl önce FB otobüsü kurşunlanmış ve neredeyse takım olarak yok edilmelerine ramak kalmıştı, sonuç; daha failleri bulunamadı! Hakem, daha önce sahada yumruklanmıştı. Hatalara açıktı, üst üste ağır maçların verilmesinin onu zorlayabileceği düşünülmeliydi. Güvenlik en üst düzeyde olmalıydı. O kadar yanıcı madde hatta bıçak gibi suç aletleri hiç olmamalıydı! Maçın, kaleciye gelen ve kanamaya neden olan yabancı maddeden sonra anında iptal edilmesi gerekirdi.
İdam sehpasına giderken son isteği sorulan kişinin “Bu bana ders olsun” demesi gibi umarım bu yaşanan son olur. Spor tamamen siyasetten arındırılıp çok sevilen seyirlik oyun haline döner. Sporun düşmanlık değil, köklü bir dostluk, sonuna kadar rekabet olduğu kabul edilir.
“Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklı olanını severim” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu güzel sözünü, futbol sahalarının arena olmadığını unutmayalım.
31 Mart’ta da sporu siyasetten arındıracağına inandığımız başkanlara oy verelim!