Dünyada gönüllü olarak her renkten, her dilden, her dinden on binlerce kişiyi başka hiçbir amaçla bir araya getiremezsiniz; spor ve özellikle futbol hariç! Böylesine büyük bir güçtür spor. İçinde siyasi görüş, partizanlık barındırmaz. Ancak spor özünde bir yarışmadır! Ne bir savaştır ne bir mitingdir. Dakikalarla sınırlı bir sürede sahada önceden belirlenmiş kurallara göre oynanır ve biter. Her yıl yeniden başlayan uzun soluklu bu yarışmada değişik derecelendirmeler ve ödüller olur. Kupa verilir. Toplam yirmi takım varsa ödül alacak bir tanedir. Ya ötekiler? Onlar bu yıl kaybetmiştir, hedef önümüzdeki yıl kupa alacak başarıyı göstermek için çalışmaktan geçer. Bunu sağlamak için idareciler gereken önlemleri almakla yükümlüdür. Sporcu ise formasını giydiği takım için çalışmak zorunda olan bir spor emekçisidir.
Gelelim taraftara; görevi, başarılı olması için her koşulda takımını desteklemektir. Üzerinde spor ahlakı yönünden büyük sorumluluklar vardır. Çünkü spor sadece bir yarışma, görsel bir şölendir. Taraftarı olduğu takımı yenilince dünyanın sonu gelmeyeceği gibi kazanınca da her şey bitmez. Daha onlarca maç olacaktır ve tüm rakipleriyle karşılaşacaktır. Son dakika ve son düdüğe kadar sonuç değişebildiği için spor ve özellikle futbol çok sevilir. Sporcunun “zeki, çevik ve ahlaklısını seven” Mustafa Kemal Atatürk, seyirci için bu sözü söylemedi diye; maçlarda işi seyir zevkinden çıkarıp savaşa döndürmeye, ağıza alınmayacak küfürlerle çocuklarımıza kötü önek olmaya, karşı takımın oyuncusuna tribünlerden elimize geçeni atarak takımımızın ceza yemesine, sokakta kıstırabildiği rakip seyirciyi dövmeye ne hakkımız var?
Bunu yapanlara “Fanatik” ya da “Holigan” diyorlarmış. Bence sporun S’sinden anlamayan, maçları savaş, rakipleri katledilecek düşman gibi gören, fırsat bulsa rakip oyuncu ve seyircileri bir kaşık suda boğacak, ağzında küfür, elinde atacak bir şey taşıyan kişiye bu sözler çok az geliyor. Çünkü bunlar sporun tanımına sığacak eylemler değildir.
Gelelim daha da önemlisine; spor karşılaşmaları dünyada sadece ülke düzeyinde olmaz. Uluslararası karşılaşmalar yanında tüm spor dallarında Kıta, Dünya ve Olimpiyat Yarışmaları da olur. Biz de birçoklarına katılıyoruz. Burada önemli olan -hangi branşlarda olursa olsun- katılan takım veya sporcuların ülkemiz dışında bizim için bu yarışmalara katıldığıdır. Bunu asla unutmamalıyız. Geçen yıl Süper Ligde dereceye girerek Avrupa Şampiyonasına katılmayı hak kazanan beş takımımız maçlarını yaptılar. Bazı takımlarımıza üzüldük. Kaybettikleri her puan, bizim gelecek sene aynı yarışmaya kaç takımla katılacağımızı da belirleyecekti. Puanımız da düştü, daha çok üzüldük.
Üzüldük öyle mi? Beş takım katıldı Avrupa’ya… Yani beş ayrı seyirci grubu ile tüm ülke vatandaşlarımız bu maçları izledi. Ne kadarı gerçekten “spor” olarak izledi, sonucuna da üzüldü ya da sevindi acaba? Tutmadığı “düşman” takım yenildiğinde üzüldü mü? Hayır, üstelik sevindi, hatta sevincinden klavyeye sarılıp ağza alınmayacak aşağılama ve hakaretlerle kaybeden “takımımıza” yağdırdı, belki de masaya çıkıp göbek attı! İyi de bu beş takımdan şu ana kadar kaçı beklenen yolda yürüyor? Kendi takımları da aynı şekilde kaybetmedi mi? Kendi acısını, utancını, aşağılanmasını içine sindirip takımına olumlu eleştiriler yapmak yerine hırsını karşı takımdan almanın insani, sportmen veya başka bir açıklaması var mı?
“Camdan evde oturan komşusuna taş atmamalı” diye söyleyenleri anlamayan bu zavallı düşünce maalesef öne çıkıyor, kötü örnek oluyor. Sporu dostluk, kardeşlik ve yarışma olmaktan çıkarıp savaş haline getiriyor. Böylece ülkemizde gibi topluca rahat rahat konuşulamayan, sonu her an kavgayla bitebilecek bir alan olan çağdışı taraftarlık da ortaya çıktı.
Biraz utanın! O takım sadece kendi ligimizde bizlerin rakibi, düşmanı değil… Kendi içimizdeki maçlarda küçük iğnelemelerle birbirimizi kızdırmaktan çıkıp ana-avrat küfüre ve tutuğumuzda dövmeye kadar varan vahşete bir son verin. Aynı tribünlerde maç izlediğimiz zamanlardan bugün karşı takım seyircilerinin stada alınmadığı günlere sayenizde geldik. Bu gidişle Avrupa hayalimiz gittikçe azalacak, sıradan takımlar haline geleceğiz. Ülke puanının önemini bari anlayın, anlayacağınıza pek inanmasam da diliyorum. Sonuç; şu anda Avrupa’da konumunu koruyabilen kaç takım kaldı? TS Avrupa’da yok artık. Sadece Beşiktaş ve Başakşehir gruplarında kaldı. Bir alt gruba düşen GS ve FB yine kazanmak için koşmayacaklar mı? Dünyanın sonu senin tuttuğun takımın yenilmesi mi? Hırsını karşı takım yenilince sevinerek mi alacaksın?
Bu arada bir gerçeği de iyice anlamalıyız: Futbol ve siyaset iç içe sokulunca böyle sonuçlar alınıyor işte… Emir-Komuta ile seyir zevki olmuyor. Bu sonuçlar ve yeni federasyonun biraz da olsa dik duruşu en az iki takımımızı (GS ve TS) oldukça sarsacağa benziyor. Umarım idareciler aklını başına alır ve kendilerine çeki düzen verirler. Bunu yakında göreceğiz. Hiçbir kişi ister yönetici ister antrenör veya futbolcu olsun; bulunmaz değildir! Koltuğunu dolduramayan adamları fazlaca abartmak acı sonuçlar veriyor.
Haydi, bu son olsun! Âşık olduğumuz renklere gönülden bağlı, ancak öbür takımların da aynı bizim gibi tutkulu olan taraftarlarını anlayarak kavgayı, hakareti ve bunu sosyal medyada paylaşarak başkalarını kışkırtmayı bırakalım. Ülke dışında hangi branşta ve hangi takım olursa olsun, bizim için orada olduklarını anlayıp sonuna kadar destekleyelim. Spor, ancak o zaman güzellik ve yarışma olduğu anlamını yeniden kazanacaktır.
Çok mu zor?
(30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.)