911 Km sınırımızın olduğu tarihi komşumuz Suriye ile iyi ve kötü günlerimiz oldu. Özellikle terör örgütü lideri Öcalan’ın burada korunup saklanıyor olması ciddi bir pürüzdü. Ama devlet adamı gibi davranabilen bir komutan, bu konuyu kolayca aştı ve Öcalan paketlenip teslim edildi.
Babadan oğula geçen Başkanlık, Esat ile biraz daha yumuşatılıp demokrasi ve laiklik öne çıkarıldı. Ancak çok etnisite ve inanca sahip bir ülkede aynı anda herkesin gönlünün yapılması zordu. O tarihlerde, kökenleri Afganistan’da ABD tarafından yaratılan El Kaide ile başlatılan dinci terör örgütleri kontrolden çıkacak ve dünyada vahşice kan dökeceklerdi. Bundan yararlanmak isteyenler de onların vahşetinden kendi geleceklerini inşa etmek isteyeceklerdi.
İşte tam da bu sıralarda ABD tarafından dinci terör örgütlerine bayram yaptıracak bir proje açıklanacaktı; BOP Projesi… Buna göre “22 ülkenin siyasi yönetim şekli ve coğrafyası değişecekti.” “Arap Baharı” çıkışıyla başlatılan bu projenin eş başkanlarından biri de bizdeydi! Proje, göreceli olarak az da olsa demokratik sayılabilecek ülkelerde başlatılıp hızla rejim değiştirilip ülke parçalanıyordu. Öyle bir sıralama yapılmıştı ki en zorları en sona kalmış, ama onların etrafında artık yardımcı olabilecek iyi komşuları kalmamış olacaktı.
1920’lerden itibaren bizlere üniter, laik, demokratik ve çağdaş bir ülke bırakılmışken, 1980’lerden sonra hızlanan etnikçilik ve radikal dincilik hareketleri, bunu amaç edinenlerce desteklenerek ülkemize büyük zarar verecek, neredeyse bölünme noktasına gelinecekti. Bunun kolay yolu ise sınır komşularımızda etnikçi, radikal dinci, küçük ve sahiplerine bağlı devletçikler oluşturulmasıydı.
İşte şimdi, Suriye’de olanları dikkatle ve bu gözle izlersek, BOP’un amacının bu kısmına da ulaştığı, sırada ise İran ve Türkiye’nin kaldığı, herkesin bilip söyleyemediği bir gerçekti! Bu, Ortadoğu’nun tarihi kaderiydi ve bunu da ülkelerin coğrafyası belirliyordu! Dünyanın en büyük enerji yataklarının üzerine kurulmuş devletlerin gerek dostlukla gerekse düşmanlık ve tehditle, idaresinin ele geçirilip kendilerine bağımlı bir kukla devlet yaratılarak dev emperyalistlerin kucağına düşmesi kaçınılmazdı, oldu da… Kimse bedava peynirin sadece fare kapanında olduğunu yaşamadan öğrenemiyordu bu az gelişmiş ülkelerde…
Biz, Suriye koşar adım parçalanmaya doğru giderken ne yaptık? Başka devletlerin iç işlerine karışmama yerine, yönetime karşı baş kaldıran dinci terör örgütü olduğu onaylı kuruluşları kahraman ilan edip toparladık, besledik, tedavi ettik, yol geçen hanına dönen yurdumuza ellerini kollarını sallayarak girip çıkmalarına izin verdik! Hatta Suriyeli göçüne izin verip halkımızın ihtiyacı olan paraları onlara harcadık. Daha düne kadar “dostum Esat’tan hain Esed” haline getirilen ülke liderinin karşısına çıkıp başkentinde namaz kılacağımızı söyleyebildik! Göz göre göre ülkemizin güneyinde koskoca bir bölge kurulurken seyirci kaldık, bu ülke güvenliğimize engeldir diyemedik. Satrancı acemice oynadık; Rusya’nın mı, ABD’nin mi, İsrail’in mi, Suriye’nin mi yanında olduğumuz hiç anlaşılamadı. Çok büyük çelişkiler yaşadık, savunacak halimiz bile kalmadı!
Geldik bugüne; gerçek tüm çıplaklığıyla önümüzde yatıyor. BOP Projesinin sondan önceki iki adımı da başarıyla gerçekleştirildi. Sıra kimlere geliyor, biliyoruz! Bize şimdi nasıl bir Suriye bırakılacak? İşte bütün mesele bu! Yaşanılanlardan örnek alırsak olacaklar da ortada; bölünmüş, demokrasiden uzaklaştırılmış, 911 Km sınırımız olan pimi çekili bir bomba ile komşu oluyoruz. İktidarı ele al-dırıl-an dinci örgütün devlet yönetme yeteneği nedir, göreceğiz. Bizi bekleyen, bunu kimlerin öğretmenlik yaparak sağlayacağı… Ki İsrail ve ABD şu anda ön plandalar.
Israrla reddedilen, ama gerçekte ısrarla süren İsrail ile ilişkiler ortada… İsrail hangi cüretle Suriye’yi vuruyor? Elbette hamisi ABD sayesinde… Bizler ise farklı hesaplardayız. Gözlerini hırs büyüyenler, yaşanan tehlikeyi dün göremedikleri gibi bugün de görmüyorlar. Devlet aklıyla hareket edemeyenlerin kişisel aklın yetersizliğini öğrendiğinde, bunun sonucuna tüm halkımız katlanacak! Hani bir cinayetten sonra sorulan ilk soru vardır: “Bundan en çok kim yararlanıyor?” Bu soruyu sorunca yanıtı da zaten ortada değil mi?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm ulusuna bıraktığı en kıymetli vasiyeti “yurtta barış, dünyada barış” değil mi? Buna uymayınca başımıza neler geleceğini bilmiyor muyuz? Demokrasi de buradan başlamaz mı?
Haber kanallarından izliyoruz; “Esat saraylarda yaşarken halkına zalim davranıyor” yorumlarına ise sadece acı acı gülüyorum! Yaşananları at gözlüğü ile izleyenlerin, biat ve itaat baskısıyla söylenene inanıp taraf olmalarına da şaşırmıyorum; hep böyle olmadı mı? Soru şimdi şu: Çok sayıda etnik ve dini gruplardan oluşan Suriye parçalanacak mı? Ilımlı rejimi radikal dinci ve faşist bir dönüşüm yaşayacak mı? Bize böyle bir komşu kalırsa yaşananların bizim halkımızı etkilememesi için ne yapabiliriz? Bu durumla nasıl mücadele edebiliriz? Ve elbette BOP’un devamını nasıl engelleyebiliriz?
Bu arada Tarih baba bize onlarca örneğinde, diktatörlerin sonunun benzer olduğunu, yaptıklarının cezasını bir şekilde çekeceklerini de gösteriyor. Diktatörler tek adam olarak ve hep arkalarından vurulma korkusuyla yaşarlar. Hiç dostları olmayacaktır; koltukları uğruna en yakınlarını bile yok etmekten çekinmezler. Dün olduğu gibi bugün de hak ettiklerini bulacaklardır.
Önümüzde çok ciddi bir sorun oluşmuştur. Bunu devlet aklıyla düşünüp önlem mi alınmalı; ya da “Suriye bombalandı, binlerce bina, tesis, yol gibi inşaat işi çıktı, bazı özel müteahhitlerimiz sayesinde buralardan çok paralar kazanacağız” diye mi düşünmeliyiz? Bu geleceğimizi belirleyecek…
İşte bütün mesele bu Hamlet!