Kitabın Yazarı: İhsan Oktay ANAR
(Everest Yayınları, 2. Baskı- Şubat 2022, 156 Sayfa)
İsmi öncelikle dikkatimi çekince yazarını araştırdım. Hakkında ilginç şeyler okuyunca ve 6 kitabı daha olduğunu görünce bundan başladım. Gerçekten okudukça elimden bırakamadım. Şöyle ki; hayal gücünü zorlayan, gerçekle hayal arasında bir öykü… Heyecan dozu yüksek, merek ettiriyor. Ne bölüm var, ne ara başlık; düz bir yazı okuyorsunuz, sadece uzunca paragraf bölmeleri var. İlginç bir örnek; kitabın adı romanda geçen geminin telsiz çağrı koduymuş!
Kitabı tam olarak özetlemek yerine kısaca bir tanıtımını yaparak, böylelikle kitabı alıp okuyanların hevesini kaçırmamak istedim.
“Miladi 1915 Zemheri bitimi Port Said’in 40 mil poyraz tarafında, karanlık çöktüğü vakit dalgalar arasından, Abdülhamit sınıfı o istimli tahtelbahir gemisi, tazyikli hava ve imlâ sarnıçlarını tahliye ederek satha yükselmeye başladı.” İlk sürprizlerden biri bu… Bu bir denizaltı, bol bol denizcilik terimleri göreceğiz. Ama anlaşılmaz değil… Değişik lakapları olan gemicileri de var. Bir şilebi kıç tarafından yaralar ve teslim olmaya zorlarlar. Ama baştan sona yaşayacakları bir sürprizle karşılaşacaklarını henüz anlayamamışlardır. Ganimet olarak altın sandıkları, üzerinde iki melek kabartması olan bir lahit, yerde 7 adet ne ve neden yapıldığını anlayamadıkları topuz başlı çivi benzeri bir şeyler bulurlar. Ancak canlı hiç kimse olmasa da kafaları patlamış ölülerle doludur deniz ve kuytu yerler…
“Altın bir sanduka vardı karşılarında, öyle ki, kıymetli madenin parıltısı, donakalmış adamların sandukada sabitlenip hayretle açılmış gözlerindeki sevinç ışıltılarından bile şiddetliydi.” “Salaklar! Altın değil bu, yaldız kaplama” demesiyle hayalleri yıkılsa da zorla açmaya çalışırken bir arkadaşlarının tek kolu kapağa sıkışıp kopsa da bu sandukayı ve toplayabildikleri tüm ganimetleri kendi gemilerine taşıyacaklardır. Kazan dairesine konan sanduka şaşırtmaya başlamıştır. “Artık altın değil, sanki simsiyah, hatta daha bile koyu bir demirdi. Beyaza göre kara ne ise, bunun rengi de karaya göre oydu.”
Bu sırada iki düşman destroyerinin hızla dalmış olsalar da onları fark ettiklerini anlamışlar, şimdi üstlerine derinlik bombası atılma korkusuna tutulmuşlardır. Bu sırada sandukadaki melek heykelleri şeytana benzer şekle bürünmüş, birbirine bakan ağızları arasında bir elektrik arkı oluşmaya başlayınca bunu gören mürettebat korku krizleri geçirmektedir. Ortaya bir de canavar çıkar; ateş ve kömürden beslenen… İki düşmanla savaşıyorlardı şimdi; dışarıdan bombalar, içeride nasıl olduğunu anlayamadıkları bir ölüm…
Tavanda 7 tane ganimet diye aldıkları çivi vardı, tavana yapışık sağa sola kayarak aşağıdaki insanların tepelerinde geziyordu! Ve her biri birinin kafasına saplanıverecekti. Komutanları olay şöyle özetleyecekti: “Öyleyse yapacağımız nedir? Şilepten aldığımız şu sandıkta elektrik kıvılcımları görülmesiyle başladı bunlar. Değil mi Beleş? Evet, iki ifrit heykeli arasında şerare peyda olmuştu. Sonra içinden yaratık çıktı, duman attırdı. Görünen o ki canavar nasıl ateşle yaşıyorsa, sandıkla birlikte gelen ve ondan daha da tehlikeli olan kötücül varlık, elektrikle iş görüyor. Çivilere de mıknatısî kuvvetle hükmedip kurbanlarını korkunç şekilde ele geçiriyor.”
Sonunda koca denizaltı mürettebatından sadece iki kişi kurtulacak, gemi içindeki canavar mı, şeytan mı olduğunu anlayamadıkları kötülük kutusuyla birlikte denizin dibini boylayacaktı. Kalanlardan biri bindikleri sandaldan “Bekleyin dostlar! Yakında görüşeceğiz! Yakında!” diye vedalaşacaktı arkadaşlarıyla…
“Çağrı kodu T1AMAT olan tahtelbahir gemisi böylece, dehşet verici hikâyesinin de ağırlığıyla köpükler ve anaforlar içinde tamamen kayboldu.”
Her ne kadar romanın tadını kaçırmamaya uğraşsam da ancak bu kadar becerebildim. Merak edip kitabı alıp okumanızı dilerim. Farklı bir macera ve anlatım tarzı dikkatinizi çekecektir.
İyi okumalar dileği ile. (26.12.2022)