Ortadoğu’da yıkılmaz kale gibi görülen Suriye yönetimi ve ESAD 10 gün içinde, güneş görmüş kar gibi eridi ve tası tarağı toplayarak arkasına bile bakmadan kaçtı gitti. Biliyordu ki kalsaydı sonu SADDAM gibi, KADDAFİ gibi olacaktı. Tası tarağı ise oldukça yüklü imiş ki günler öncesinden uçaklar dolusu para, altın ve mücevherleri ailesi ile birlikte göndermişti. Şimdi Moskova’da o lüks yaşamına kaldığı yerden devam ediyor.
Gerek kendi ülkesindeki muhalifler gibi ve gerekse diğer Arap ülkeleri gibi, bizim ülkemizde de bu kaçışı neredeyse davul-zurna eşliğinde göbek atarak kutlayanlar var. Daha dün bir, bugün iki… Bir durun bakalım. Neye seviniyoruz? Zaten bir ateş çemberi içindeydik, şimdi iyice o ateş bizi de, ülkemizi de daha çok yakmaya başladı. Neden mi?
İSRAİL…İSRAİL…İSRAİL…!
1948 yılında kurulan İSRAİL artık amacına ulaşmaya çok daha yakın. Sonuçta, emperyalist güçler Ortadoğu’yu tam anlamı ile küçük küçük aşiret devletlerine(!) dönüştürmeyi başarıyorlar. Sırada İRAN var, ÜRDÜN var, LÜBNAN var. En dişlisi İRAN gibi görünüyor ancak SURİYE’de öyle görünüyordu!
Peki, bize sıra gelir mi? Elbette ki gelecek!
Şimdi bir an oturup düşünelim ve Kurtuluş Savaşına dönelim. Aşırı BORÇLANDIRILMIŞ bir OSMANLI hanedanı sonunda kendi elleri ile yedi düvele teslim olmuş ve başta İSTANBUL olmak üzere batı’da, doğu’da, güney’de ve güneydoğu’daki yabancı orduların işgallerine ses çıkaramaz olmuştu. İşte o anda bir mucize(!) gerçekleşmiş, Mustafa Kemal çıkarak ülkenin kaderini değiştirmiş, teslimiyet belgesi olan SEVR’i yırtarak LOZAN’ı kabul ettirmişti.
Peki, YA KURTULUŞ SAVAŞINI KAYBETSEYDİK BUGÜN NASIL BİR ÜLKEDE(!) YAŞIYOR OLACAKTIK?
İşte üzerinde düşünülmesi gereken nokta budur ve bundan ders çıkarmamızdır.
Bugün yaşadığımız ülkemizin siyasi, ekonomik, sosyal anlamda Osmanlı’nın son dönemlerinden ne farkı var? Yine ŞERİAT özlemi içindeki iktidarlar tarafından yönetiliyoruz, yine BORÇ gırtlağı aşmış, yine halk eğitimsiz bırakılmış, yalancılık günlük dilimiz olmuş, yoksulluk diz boyu, yolsuzluk kanser gibi tüm ülkeyi sarmış. Bu yolun sonunun nereye gideceğini hepimiz bilmek zorundayız. Biliyoruz da aslında. Ancak yumurtamız soğumasın misali oturduğumuz yerden kalkamıyoruz bir türlü. Yine birileri çıksa da kurtarsa diye bekler olduk. Üstelik önümüzde ATATÜRK’ün rehberliği dururken.
Bir sloganımız var bizim; SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK!
Yıllardır haykırır dururuz. Ve bugünlerde artık sıranın bizlere geldiğini de iyice hissetmeye başlamamız gerekir.
Günümüzün siyasi iktidarını sürekli UYARIYORUZ diyerek kendimizi OYALIYORUZ aslında. Biz birbirimize şikâyet edip ağlaşıyoruz. Her gün çözüm bulmaya çalışıyoruz.
Ana muhalefet partisi, Atatürk’ün partisi olmakla övünen CHP ise kimi zaman HELALLEŞME diyerek, kimi zaman YUMUŞAMA diyerek savrulup duruyor ne hikmetse. Sıkıştı mı kongre diyor, yönetim değişsin diyor, değişim diyor, tüzük diyor, program diyor. Örneğin tüzük daha demokratik olsun dediler, Genel Başkan’ın yetkilerini artırdılar. Şimdi program diyorlar, üyelerden CHP’nin siyasi hayattaki yerini soruyorlar. Türkiye’nin en önemli üç politika alanını sorup üyenin önüne 20 seçenek koyuyorlar. Hâlbuki bu 20 sorun zaten birbiri içine girmiş ve kangren olmuş sorunlar. Şunlar yok örneğin?
*Sosyal Demokrat partiyiz, ancak işçi örgütleri içinde, sendikalarda neden yokuz? Neredeyse tüm sendikaları SARI sendikacılara neden teslim etmişiz?
*Kooperatiflerde neden yokuz?
*Demokratik Sivil Toplum örgütlerinde neden yokuz?
*Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda, üretim alanlarında, doğa mücadelesinde, madenci yürüyüşlerinde, grev çadırlarında, açlık grevlerinde neden yokuz?
Kısacası İŞÇİ SINIFI’nın varlığını kabul edip yanlarında olabiliyor muyuz? Partinin Genel Başkanından ilçe başkanlarına kadar SOSYALİST olamasalar da en azından SOSYAL DEMOKRAT olarak her an eylem ve hak arama mücadelesi içinde olamazlar mı?
Başlıkta ORTALIK BAYRAM YERİNE DÖNDÜ demiştik.
Aslında bayram yerine değil, yeni AFGANİSTAN’lara dönüyor ortalık. Bunun ilk işaretleri yeni(!) SURİYE’den gelmeye başladı bile.
“Sonumuz hayrolsun” diyeceğim ama çok zor.
ÖRGÜTLÜ GÜÇ olmadan mücadele kazanılmaz ve ATI ALAN ÜSKÜDAR’ı yine geçer!