Türkan DİNÇER

Türkan DİNÇER

AÇIK KAPI
[email protected]

AFGANİSTANLI ANNEYİ DİNLEYİN

08 Temmuz 2021 - 11:12

Hep umutsuzum diyorum ya gerçekten umutsuzum. Ülkemde elde ettiği haklarına sahip çıkan kadınlarla mücadele ederek, kendilerinden üstün gördükleri erkeklerin eline bırakan KADINLARI gördükçe umutsuzluğum milyon kat daha artıyor.
Biliyorsunuz ülkemiz yolgeçen hanı olmuş, Suriye, Irak, İran, Afganistan'dan kaçıp ülkemize sığınan binlerce insan var. Sinop’ta bu mültecilerden nasibi alan illerden bir tanesi. Ülkemize iltica eden insanların birçoğu ile işim nedeni ile tanışma imkânı bulmuştum. (Bu anılarımı neden şimdi yazdığımı merak edenler için açıklayayım. 1 Temmuz günü Türkiye’nin her yerinde, TBMM’Nİ lav ederek tek bir kişinin imzası ile İSTANABUL SÖZLEŞMESİNİN iptal edilmemesi sonucunda kadınlar meydanlarda İSTANBUL SÖZLEŞMESİNE sahip çıkmaya çalıştı.  Sinoplu kadınlar olarak biz de meydanlara indik. Fakat bizlerle birlikte olmayan kadınların, SOKAKLARDA olan kadınları bir kenardan izlediklerini görünce çok üzüldüm ve yaşadığım bu sohbeti sizlerle paylaşmak istedim) Suriye, İran, Irak, Afganistan'dan gelenler az çok Türkçeyi öğrenmişler. Çat pat konuşuyorduk kendileri ile. Birçoğu işsiz ama tek bir kötü yanlarını görmedim bu zamana kadar. Hepsi saygılı, hepsi gülümseyerek bakıyordu. Özelikle de kadınlar. Orta Doğu ülkelerinden gelen kadınların birçoğu başındaki o kapkara örtüleri atmışlar. Kimileri başlarını sıkma baş yapmaktan vazgeçip, başörtüsü şeklinde bağlamaya başlamışlar örtülerini.
Bu kadınlardan biri ile uzun uzun sohbet etme imkânı bulmuştum.  Çok genç bir kadın idi. Yanında biri engelli iki çocuğu vardı. Türkçeyi tam olarak konuşamadığı için küçük çocuğundan yardım istiyordu.  Çocuk, annesinin söylediklerini bana Türkçe olarak aktarıyordu. Çocuğa “Sen nasıl öğrendin Türkçeyi? " diye sorduğumda “okula gidiyorum, okula öğrendim” dedi. “Annene neden öğretmedin? “Annem de öğrendi ama çok az. Ablamlarla birlikte öğretiyoruz anne ve babama”. Sonra anne anlatmaya başladı. Annenin konuşmasını çocuk bana aktarıyordu.  “Ben henüz Türkçeyi tam olarak öğrenemedim. Komşum yok, hep evde kalıyorum. Kimse gelip gitmiyor bize. Böyle olunca Türkçeyi çabuk öğrenemiyorum.  Bu durumda dışarı çıktığımda çocuklarım tercümanlık yapıyor bana. Onlardan birini almadan sokağa çıkamıyorum. Birçok kelimeyi anlamıyorum, ben de anlatamıyorum zaten” diyordu. Çocukların yüzüne baktım dokuz yaşında olan erkek çocuğunun gözlerinin içi gülüyordu. Kadın konuşmaya devam etti.
"Benim dört çocuğum var. Biri on yedi, biri on dört,  biri on üç, biri de dokuz yaşında. On üç yaşında olan engelli o konuşamıyor, okula da gidemiyor ama diğerleri gidiyor." deyince kadına baktım " Sen kaç yaşındasın" diye sordum. " Otuz bir yaşındayım " deyince. Kadının dediğini tekrar edip " Otuz bir yaşındasın ve on yedi yaşında kızın var, bu nasıl oluyor?" diyerek şaşkınlığımı gizleyemedim. O da benim şaşırdığımı anladığından kadının gözleri doldu ve anlatmaya devam etti
" Ben on iki yaşımda evlendim. Afganistan’da bir kız çocuğu on üç yaşına geldiğinde evlenmemişse evde kalmış demektir. Kız çocukları anne ve babası için bir yüktür oralarda. Kızları bir an önce kocaya verip onların yükünden kurtulmak isterler. Söz söyleme hakkımız yoktur bizim. Evdeki erkek büyükler ne derse o olur. Karşına gelecek olan adamın yaşının kaç olduğu önemli değil. Yeter ki kızı istesin ve babasının üstündeki yükünü kaldırsın. Beni de babam, benden on dört yaş büyük bir adama verdi. Biz kadınlara evlenmek isteyip istemediğimizi sormazlar oralarda."
Neden Türkiye’ye geldiniz, nasıl kaçabildiniz oradan? diye sormaya devam edince, kadının gözyaşları akmaya başladı ama anlatmaya a devam etti.
" Kocamla devamlı konuşuyordum. Afganistan’da kadınların yaşama hakkı yok gidelim buradan diye. Önceleri bana karşı çıktı. Yalnız kaldığımız her an aynı cümleleri kurmaya devam ettim. Bugün on yedi yaşında olan  kızım,  on üç yaşına geldiğinde aile karar verip kızımı kendinden on sekiz yaş büyük bir adam ile evlendirmek istediler. Adamın yüzüne bile bakılmıyor ama parası var.  Ben şanslı idim. Eşim iyi ve anlayışlı çıkmıştı. Ama kızımın böyle bir şansı hiç yoktu.  İşte o zaman karar verdik ve eşim ile birlikte çocuklarımızı alıp Türkiye ye kaçtık. Ben zaten ölmüşüm ama kızlarımın ölmesine izin vermeyeceğim dedim. Şimdi kızım on birinci sınıfta okuyor. O hayatını kurtaracak ve kiminle evleneceğine, ne yapacağına kendisi karar verecek. Dört yıl oluyor Türkiye’ye geleli. Son yıllarda Türkiye’de olanlara da üzülüyorum. Bizim oralarda kadınlar haklarını almak için ölümü göze alırken, burada haklarını teslim ediyorlar. Bu kadınlar haklarını kaybettikleri zaman mı akılları başlarına gelecek? Orta Doğudaki kadınlar İnsani haklarını almak için mücadele verirken, siz bu haklarınızı kaybetmek için mücadele ediyorsunuz sanki. Ben bunu anlamıyorum." diyordu.
Afganlı anne kızlarının hayatını kurtarmak, onlara özgür bir yaşam verebilmek için ülkesinden aç, susuz, işsiz kalma pahasına dilini, örf ve adedini bilmediği başka bir ülkeye kaçmayı göze almıştı. Peki, Türkiye'deki sevgili hemcinslerim siz ne yapıyorsunuz? Hiç sordunuz mu kendinize yarın onların başına gelenler sizin başınıza geldiğinde ne yapacaksınız ve  sizi kabul edecek bir ülke bulabilecek misiniz?
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN siz istemeden, size verdiği hakları elinizin tersi ile itip, sizi ikinci sınıf insan yerine koyanlara boyun mu eğeceksiniz? Soruyorum size canınız yandığında sesinizi nasıl duyurabilecek ve kaybettiğiniz haklarınızı nasıl geri alabileceksiniz? gözünüzü açma zamanınız hala gelmedi mi?
NE ZAMAN HESAP SORAN TOPLUM OLURUZ?
“Gıdanı Koru Sofrana Sahip Çık” kampanyasının birinci yılı kapsamında düzenlenen etkinliğe Cumhurbaşkanı ve AKP Genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan konuşmacı olarak katıldı. Emine Erdoğan
“Gelin hep birlikte basit önlemler alalım. Alışverişe çıkmadan önce alınacaklar listesi hazırlayalım. Porsiyonlarımızı küçültelim. Sadece ihtiyacımız kadarını alıp bozulacağını bildiğimiz yiyecekleri istiflemekten vazgeçelim” demiş.
 
O toplantıda bulunan insanların içinden bir kişi dahi olsa çıkıp Türkiye’de ki insanların açlık sınırının altında maaş aldıklarını, zamların yağmur gibi yağdığını ve bir kuru ekmeğe muhtaç duruma düştüklerini söyleyip, hangi porsiyonlardan söz ettiğini ve tasarrufun saraydan başlaması gerektiğini söyleyebildiği zaman hesap soran bir TOPLUM oluruz?

 

Bu yazı 795 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum