Türkan DİNÇER

Türkan DİNÇER

AÇIK KAPI
[email protected]

ONUR(UMSUN)

27 Aralık 2022 - 21:41 - Güncelleme: 27 Aralık 2022 - 22:41


Türkiye’de sosyal medya kullanımının bu kadar yaygın hale gelmemiş bir dönemde, o zaman tanımadığım ama zamanla hayatımın vazgeçilmeyen en güzel dostluğunu kurduğumuz, kardeşim, sevdiğim, saygı duyduğum ve bu sevgi ve saygının yıllar içinde eksilmeden kat ve kat büyüyen bir arkadaşım bana (ONURUMSUN) ismini verdi. Neden sosyal medyada farklı bir isim kullanmam gerektiğini bilmiyordum. Ama verdiği bu ismi çok sevmiş olduğum için ismimin yanında (ONURUMSUN) ismini de kullanmaya başladım (aradan 19 yıl geçmesine rağmen bu ismi hala kullanıyorum.)  İstanbul Milletvekilim CHP Grup Başkan Vekilim sayın Engin ALTAY bana ismim ile seslenmez “ONURURMSUN” der ve demeye de devam ediyor.
Onurumsun isminin benim hayatımda nasıl bir yer edindiğini kelimelerle anlatabilir miyim bilmiyorum ama anlatmaya çalışacağım. ONUR (Onur kelimesinin TDK’daki tanımı İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı, haysiyet, izzetinefis.)  Kelimesinin yalnızca bir kelime olmadığını, bu kelimenin içinin dolu dolu olması gerektiğini küçük yaşta ailemden, okulumdan, çevremden öğrendim. Yaşım ilerledikçe bu doluluğun asla eksiltmeden devam etmesi gerektiğini, hayatımın her evresinde ONURLU duruşun saygınlığını her zaman yaşadım ve yaşamaya da devam ediyorum. Kendimi anlatmaya çalışmıyorum. Çünkü kendimi anlatmanın gereksiz olduğunu biliyorum. Geldiğim yaşta hala kendimi tanıtamamış isem bu benim suçumdur ve bundan sonra da tanıtmaya çalışmamın bir anlamı olmadığını biliyorum.
Şimdi neden bunları yazdığımı düşünüyorsunuzdur. Anlatayım. Sıfır yirmi yaş arası, çocukluk, ergenlik ve gençlik döneminde hayat tam anlamı ile karma karışık, düşüncelerimizin tek bir noktaya odaklanmayıp, daldan dala konan, öfkeli, aşık, her şeye sevdalı, başı dumanlı bir dönemden, yirmili yaşlara ayak basıp gerçek ile yüzleşmeye başlıyoruz. Hayat mücadelesinin temeli atılıyor. İş bulup çalışmak, evlilik hayalleri kurmak ve bu hayallere kavuşmak için hızlı koşmaya ve bir an önce büyümeye çalışırken, neleri kaçırdığımızın farkına varmıyoruz. Otuzlu yaşlara geldiğimizde yaşamı devam ettirebilmemiz için çalışmak, kendimizi kanıtlamak için uzun mesai saatlerini kabul etmek, başkalarının övgülerini almak için uğraşılar verirken yaşamı kaçırdığımızı anlamıyoruz.
Çok sevdiğim bir ablam kırk yaşıma girdiğim gün iş yerime elinde küçücük bir pasta ile gelip doğum günümü kutladı. Ve ardından  (Küçüklüğümüz aynı mahallede geçmiş ve abla kardeş ilişkimiz kesintisiz devam ediyor) “ Türkancığım bir hafta sonra yanına geleceğim, bugünden itibaren yani kırk yaşına girdikten sonra  hangi düşüncelerinin değiştiğini, hayata nasıl bakmaya başladığını soracağım ve sen de anlatacaksın “  dedi. Ben o zaman hiçbir düşüncemin değişmeyeceği sözünü verdim ama bir hafta sonra ablam yanıma geldiğinde düşüncelerimin nasıl değiştiğini anlattım.
Kırk yaşıma girdiğim gün kendimi sorgulamaya başlamıştım.  Kırk yılda kendim için hiçbir şey yapmadığımı, hep başkalarını memnun etmek için yürümem gerekirken koştuğumu, koşarken ne kadar yorulduğumu, hatta yerine getirmekte zorlanacağım ama getirmek için çok büyük uğraşlar içine gireceğimi bildiğim sözler verdiğimi anladığımı, başarılı olduğum işlerde bile kendi kendime ortaya çıkmadığımı hep başkalarının benim ismimi söylemesini beklediğimi anladığımı söylediğimde bana “işte Şimdi büyüdün “dedi. Ben kırk yaşımdan sonra koşmayı bırakıp yürümeye başladım. Kendim için de bir şeyler yapmam gerektiğinin bilincine varmış, kimin benim hakkımda ne düşündüğünün öneminin olmadığını, doğrum ve yanlışım ile kendim olduğumu, hiç kimse için değil kendim için yaşamam gerektiğini öğrendim.  Ellili yaşlarıma geldiğimde, otuzlu yaşlarda yaşadığım duygu karmaşasını yaşayan binlerce insanın varlığını gördüğümde üzüldüm. Onlar da benim çıktığım merdivenleri çıkıyorlardı ama ağır darbeler alarak tırmanıyorlardı merdivenleri. Anlatmaya çalışıyorum koşmayı bırakıp yürümeleri gerektiğini, tabi ki duyuramıyorum sesimi, duymuyorlar benim o yaşlarda iken kimseyi duymadığım gibi. Ellili yaşlardayım hala. Artık yalnızca dost dediklerimin sözlerini önemsiyorum. Kimsenin beni neden arayıp aramadığını sorgulamıyorum. Kimsenin üstüme basıp geçmesine izin vermiyorum. Kimin hakkımda ne düşünüp ne düşünmediğine bakmıyorum. Seçerek kullanmıyorum sözcüklerimi dost dediklerimin yanında. Bilirler çünkü dost acı söyler sözünün yanlış dost acıyı da söyler sözünün doğruluğunu.  Önemsemediklerimin yanında konuşurken o ne düşünür demiyorum çünkü ne düşündüklerini biliyorum. Kimsenin ne yazmam ne yazmamam gerektiğini söylemesine izin vermedim, vermiyorum, vermeyeceğim.
Benim silahım kurşun değil, kurşundan yapılmış kalemlerdir. Yazdıklarımı silmek için değildir silgim, çıkarcı, iki yüzlü, samimiyetsiz, söylediğini söylemedim diyenleri, onursuzları silmek içindir.  Asi nehri gibi tersine aktırmaya çalışmıyorum nehirleri ama akması gerekiyorsa da aktırmak için var gücümle çabalıyorum. Dalgaların kıyıya gelirken hiçbir şeyi yıkmadığını ama okyanuslara dönerken kıyıda olanları yıkması gibi ben de yıkıp geçebiliyorum her şeyi. Yok kimseye eyvallahım. Doğduğum anda aldığım ama on sekiz yıl önce patentini benim için imzalayan sevgili arkadaşımın verdiği ONURUMSUN ismini yalnız sözcük olarak değil, kimliğimin parçası olarak taşıyorum, taşıyacağım, taşımaya da devam edeceğim. Ve gençlere “her şeyi bilmek zorunda değilsiniz. Her konuda bilgi sahibi olun ama tek bir konuda uzmanlaşın ve yolunuzu çizin. Bizden daha akıllı, bizden daha çalışkan olun ama bizim tecrübelerimizi de kullanmaktan asla vazgeçmeyin” demekten de vazgeçmeyeceğim.  ONURUNUZU, GURURUNUZ, KİMLİĞİNİZİ, GÜVENİLİRLİĞİNİZİ asla kaybetmeyin ve kimsenin ütüne basıp yükselmeye çalışmayın. Bu değerleri kaybederseniz düştüğünüzde yanınızda kimseyi olamayacak kan revan içinde kalırsınız unutmayın.
 “Hayatın sermayesi GÜVENDİR” der Doğan CÜCELOĞLU. Lütfen sermayenizi bir hiç için harcamayın.  

Bu yazı 546 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum