Enkaz Altında Bedenimiz Beynimiz gibi
Ne yazı yazabiliyorum ne düşünebiliyor ne iki kelimeyi bir araya getirip cümle kurabiliyorum. Beynim bedenim gibi darmadağın. Duyduklarım düşüncelerimi allak bullak ederken, gördüklerim paramparça ediyor yüreğimi ve yaşananlar yüzünden gözlerimden akan yaşa engel olamıyor kirpiklerim
Montesquieu’nun dediği gibi “Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir” yine her yaşanan olay sonrası söylendiği gibi “yapacak bir şey yok üzme kendini diyecek” ve dilimizden düşmeyen. “Su akar yolunu bulur “atasözünü art arda yenileceksiniz ama benim o akan suda katkımın olmadığını, katkısı olanları döndürmek için mücadele verdiğimi, döndürmede başarılı olamadığımı bildiğim için üzüldüğümü bilmeyeceksiniz. Yapılan mücadeleyi bilmediğiniz için şefkatle sırtıma elinizi koyup “bunlar da geçer, bu millet neler gördü, neleri atlattı” deyip umut aşılamaya çalışacak, fakat umut etmeye hakkımızın olup olmadığını sorgulamayacak ya da sorgulatmayacaksınız.
Benim ve benim gibi düşünenlerin ülkemin geleceğinden umut etmeye hakkı var mı bilmiyorum. Çünkü ne zaman umut mumunu yaksam biri gelip o mumu söndürüveriyor, ne zaman kibriti çakıp sönen mumu yakmak için kibriti çaksam yanan kibrite benzin döküp yakıp geçiyor dört bir yanımı. Ve ben içinde börtü böceğin yanarken çıkardığı sesleri duyup, onlar gibi yanıyor alevler içinden kurtulamıyorum. Boğulup gidiyor düşlerim doğa katliamları sonucu oluşan sellerle. Ayancık ilçemizde sel sonucu denizlere dağılan tomruklar gibi yuvarlanıyor, enkaz altında kalıp gidiyorum bir bilinmezliğe. Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde derenin içine yapılan binanın temeli gibi yıkılıyor, kayboluyorum çamurlarda. Geçmişini, bugününü, yarınını, evlatlarını anne ve babasını kaybettiği için yanıp kül olan anne gibiyim ateşler içinde. Ağaçlar kesiler yapılan HES’İN kapakları açıldı mı açılmadı mı sorusu sorulurken “açılmadı” diyenlerle “açıldı” diyenlerin savaşı devam ederken ekranlarda sağır oluyor kulaklarım duyamıyor, lal olup dilim “ nedir bu doların yeşiline duyulan aşk ve doğanın yeşiline olan nefret? diye soramıyor, sorsam da cevap alamayacağımı biliyor, her yardım çığlığı karşısında “ vatan haini” (Orman yangınlarında twıtterda #helpturkey (Yardım edin) çağrısına soruşturma açılmış vatan hainliği ile suçlanmıştık) diye yaftalandığım gibi yaftalamamak için susuyor, kendi içime konuşurken “Ne kurtaracak bizi/ beni?” sorusunu sorarken buluyorum kendimi. Geçmiş olsun demek için harabeler içinde kalan yerlere gidip, en acil ihtiyaçlar (su, ekmek, giyim eşyası barınacak yer) karşılanmadan, perişan olmuş halkın karşısına çıkıp doğalgaz müjdesi vererek yaraların sarılacağını söyleyen AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı mı, (neyse ki bu defa yangın yerlerinde ve sel bölgelerinde olduğu gibi halkın üstüne çay paketleri atılmadı) “Takdir Allah'ındır. Bizlere düşen her türlü tedbiri aldıktan sonra Cenabıhakk'ın takdirine rıza göstermektir.” diyen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş mı, ya da "HES'LER selin sebebi yerine bana göre mağduru oluyor. HES'LER negatif olarak etkileniyor" diyen Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli mi? Soruyorum şimdi varsa gücünüz getirin kaybettiğimiz canları, ağacı, börtü böceği yıkılan, yakılan her şeyi bize.
Ya da Manavgat, Antalya, Muğla, Marmaris vs. de yanarak can veren hayvanları, dumandan boğularak ölen insanları, köklerinden sökülerek yanan ağaçları, ataş kızılına dönen tarlaları, küle dönen barınakları söndürmek için bir filo kuramayıp, on üç uçağı havaalanında bekleten, yangınları izlemek için kendine özel uçak aldıran bakanlar mı derman olacak derdimize? Yandığımız, boğulduğumuz, harabeler içinde kaldığımız yetmiyormuş gibi bir de Afganlı kaçaklar, Suriyeli sığınmacılar çıktı karşımıza. Kimdir nedir diye sormadan dolduruyoruz ne oldukları belirsiz insanları topraklarımıza. Ortak ediyoruz bir lokma ekmeğimize, bir yudum suyumuza. Mültecilere verilen imtiyazların hiçbirini bu toprakların sahipleri yaşamazken, Somali’ye otuz milyon dolar hibe yapılırken, her felaket sonrasında bir lokma ekmeği zor bulan halka bir de İBAN veriliyor ya işte o da acıtırken canımızı “biz mi yabancıyız yoksa mülteciler mi? sorusunu sorduruyor bize. Diyorlar ya Cumhurbaşkanından bakanlara kadar, muhalefetteki insanlara afetler varken Siyaset yapmayın diye. Oysa afet alanlarında, meclis önlerinde, ekran karşısındaki söylemlerini dinleseler nasıl siyaset yaptıklarını duyacaklar ve yaşamın kendisinin siyaset olduğunu anlayacaklar, günümüze, olduğumuz ana odaklanıp, liyakatsizliğin bir ülkeyi nasıl yok ettiğini görüp, doğal afetlerde sorumlulukları bulunanlar istifa mekanizmasını işletecek belki de.
Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp
Bu kadar felaketler yaşanırken bizi bizden ayıran, iki karşıt düşüncenin çarpışmasına neden olan, olduğumuz andan uzaklaştırıp tarihin içine, hakaretin prim yaptığına inana, çıkarı için beyni başka, dili başka söyleyen insanların varlığını görmek canımı yakmaya devam ediyor. Televizyon açmıyorum afetler karşısında söylenen sesleri duymamak için ama sosyal medyayı takip ediyorum en doğru haberleri oradan alabileceğimi bildiğimi düşündüğüm için. Yazılan yazıların, yazan kişilerin gerçek düşüncesi mi olduğunu sorguluyor, onlar adına n yakın tarihlerini bile bilmediği için utanıyor, elimden geldiği kadar Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın kendilerini gülünç duruma düşürdüğünü anlatıyorum.
Orman yangınlarında, sel felaketlerinde ve deprem gibi doğal afetlerde tüm imkânlarını (tarikat, cemaat ve yandaşlara giden paralar kesildiği için olanaklarını daha fazla halka sunabiliyorlar) ortaya koyarak her yere yetişmeye çalışan büyük şehirlerin CHP’li Belediye başkanları Kastamonu/ Bozkurt’a yetiştiği gibi Sinop’un Ayancık İlçemize de yetişti. İlimizi İstanbul CHP Genel Başkanı sayın Kemal KILIÇDAROĞLU ve Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İMAMOĞLU ziyaret ederek Ayancık İlçemize gittiler. Sayın Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun gelişi ile sosyal medyada abuk sabuk yorumlar yapılmaya devam ederken, Baba Kazım Baytar isimli şahıs,
Galiba bizim birtakım gerçekleri bir başkasından dinlemeyip, kendimiz araştırıp doğru bilgiye sahip olmak istemek için daha çok yol almamız gerek. Ama yine de kafası karışan birkaç kişiye ulaşabilmek amacı ile doğrusu bilgiyi vermenin görevim olduğunu biliyorum. O nedenle yanlışlarla beynini dolduranlara CHP iş bankasında %28,1 yönetim hakkına sahiptir. İş Bankasında CHP’ye ait olduğu hisseler için elde edilen gelir ATATÜRK’ÜN vasiyeti gereğince Türk Dil Kurumu (TDK) ve Türk Tarih Kurumu’na (TTK) gitmektedir. CHP İş bankasından tek bir kuruş gelir elde etmemektedir. Bilgilerinize sunulur.
Başta Ayancık ilçemiz olmak üzere felaketlerle savaşan tüm yurduma geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, bir daha böylesine büyük felaketlerin yaşanmaması için gerekli önlemlerin hızla alınmasını temenni ediyorum.
FACEBOOK YORUMLAR