“Boklu Tepe” açıklarında balığı bulduk çalışıyoruz! Gözlem hep takımda ve suda. Yarım saat sonra balık kesildi. Bir baktık ki Akliman, Hamsilos açıklarındayız, neredeyse inceye (buruna) geliyoruz. Motorla geriye, balığı bulduğumuz ve avlanmaya başladığımız Boklu Tepe önlerine neredeyse bir saatte varıyoruz. Akıntı öyle güçlü ki, balık tutmaktan fark etmediğimiz yarım saatte akıntının attığı yeri, motorla bir saatte alıyoruz.
Ufak sandalda dört kişiyiz kalabalık sayılırız. Bu durumda tekne suya gömülü neredeyse iki karışlık su kesimi var. Oltama balık vurdu hızla çekiyorum; mavi-yeşilimtırak hareketli ilk görüntüler gittikçe beyazlaşıp çoğalıyor. Balıklar seçilmeye ve netleşmeye başladı. O da ne! Beyazbalık topağının altında daha büyük bir beyazlık peydah oldu. Merak ediyorum bu ne? Balıkları hızla çekiyor teknenin içine alıyorum. Alttan gelen şey belli oldu. Suyun üstüne doğru hızla yükselen ve büyüyen, bu hızla kesin tekneye atlayacak ve bana çarpacak, ağzını açmış koca bir “Köpek balığı” korkarak yüzükoyun teknenin içine yatıyorum.
Gülüşmeler, esprili konuşmalar arasında küpeşteden denize bakıyorum, köpek balığı yok olmuş. Takımdaki hazır yakalanmış balıkları kapmak için gelen köpek balığı balıklar yok olunca dalıp gitmiş.
İkindi oldu, hızlı ve devamlı çalışmaktan yorulduk ve acıktık. Akliman ağzına doğru iki adanın önlerinde demirsiz serbest bıraktığımız teknede yanımızda getirdiğimiz soğuk tava uskumru ve kuru soğandan oluşan kumanyalarımızı yemeye başlıyoruz. Hemen yanımızda avlanan Habeş Şükrü’nün kardeşi Dalyancı Kazım Gümüş’ün teknesi, baş üstüne koydukları mangalda Uskumru tüttürüyorlar. Rahmetli Kazım amca, bizim tekneye bağırıyor.
Sabri, oğlanı yolla; taze balık yesin! Tekneler hızla borda bordaya geliyor. Ben tekne değiştiriyor ızgara balığımı yiyip, geri dönüyorum.
Uskumru bazen zamansız çıkar, 1960’lı yıllarda Sinop’un değişmez iki piknik alanı vardı. Biri Ada’da önündeki küçük siyah kumlukta denize girdiğimiz Erkekler denizi ve hemen sahilindeki Ermeni Çeşmesinden su içtiğimiz Zeytinli; diğeri Orman İşletme Müdürlüğü’nün boş araziyi akasya ağaçları ile ağaçlandırdığı Baykal Çeşmesi arkasında büyük karadut ağaçlarımım olduğu, önünde beyaz kumluk sahil olan “Orman İşletmesi” piknik alanı idi.
Temmuz sonlarındayız; kumanyalar, çantalar, kilimler, semaver piknik için gerekli her şey sandala doldurulmuş, işletmenin ağaçları altına serilmişiz. Ben denizdeyim, yemek yemek için bile denizden çıkmıyorum. Öğleyi geçtik, babam seslendi.