Cengizhan ERSOY

Cengizhan ERSOY

PENCEREMDEN
[email protected]

BALANS AYARI

28 Şubat 2023 - 10:26

Balans sözcüğü etimolojik anlamda;  İngilizceden ‘’ Balance ‘’
yâni denge anlamında dilimize devşirilmiş
bir sözcük olarak yer alıp kullanılmaktadır.
Araç sürücülerinin seyir halindeyken
karşılaştıkları otomobilde ve direksiyonda oluşan
lastik kaynaklı sarsıntı sorununun giderilmesi için
lastiklere yapılan teknik müdahale ve ayar işi de
balans ayarı olarak adlandırılır. 
Araç kullanımı açısından, müdahale edilmediği takdirde
sorun artarak devam eder ve kesinlikle telafisi zor
sorunların yaşanılması kaçınılmazdır.
***
Bu sözcük /söylem, yakın geçmiş siyasi tarihimizde
bir şekilde siyaset diline ustaca devşirilip adapte edilerek
‘’ 28 Şubat Balans Ayarı ‘’ ifadesiyle bir döneme
 adeta damgasını vurmuştur!
Bu yorum ve noktaya varış süreci siyaseten, objektif ölçüde
iyi analiz edilip incelendiğinde Türkiye’nin siyasi tablosu şudur;
yıl 1995 ve ülkenin başında, her ne kadar çeşitli zamanlarda
yaptıkları eleştirilse de tecrübeli bir siyasetçi olarak
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bulunmaktadır.
Ülke içerisinde siyaseten yaşanılan sıkıntılı ve çalkantılı
süreç içinde 24 Aralık 1995 tarihinde yapılmış olan bir erken seçimin
sonucunda rakipleri arasında en fazla oy alarak başarı elde eden
ve seçimi birinci olarak kazanan dönemin Refah Partisi ve
onun başkanı Prf. Dr. Necmettin Erbakan olmuş,
ikinci planda ise Doğruyol Partisi yer almıştır.
Bu seçim sonrası ortaya çıkan tabloya göre,
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükûmeti kurma görevini
Erbakan’a verir. Seçimden ikinci sırada galip çıkan Doğruyol Partisi ve
onun başkanı Tansu Çiller’in de desteği ile siyasi tarihe
Refahyol olarak geçen koalisyon hükûmeti kurulur.
Ancak bu hükûmetin kurulması sonrası bilinçli ya da
bilinçsizce yürütülmeye çalışılan politikalar seyrinde iç ve dış
siyasette çokça tepki çeken olumsuzluklar yaşanmaya başlar.
***
Başbakan Erbakan’ın, iktidar olduğu ilk süreçte
Libya’ya yaptığı diplomatik ziyarette, dönemin Libya Lideri Muammer
Kaddafi tarafından bir çadırda kabul edilerek,
diplomatik teamüllerin dışında şahsını ve ülkemizi küçültücü
tavırlarla karşılanması ve yine Kaddafi tarafından devletimizin
kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’e ve ülkemiz aleyhine
diplomasi dışı saygısızca, suçlayıcı tarzda söylemlerde
bulunulmasına karşın, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
sıfatını taşıyan Erbakan’ın ülkemizin itibarını
koruyamayıp aciz bir şekilde sessiz kalması ve bunu
sindirmesi haklı olarak eleştiri konusu olmuştur.
Erbakan’ın Başbakanlık konutunda cumhuriyet aleyhtarı,
lâiklik karşıtı sarıklı- cüppeli tarikat liderlerini
ağırlaması büyük tepki çekmiştir.   
Bunun ötesinde; iktidardan güç alan irticai (gerici )
güç odaklarının sahneye etkin bir biçimde çıkarak
şeriat / halife isteriz diye gövde gösterileri başlatmaları
ile birlikte, 01 Şubat 1997 günü Refah Partili Belediye Başkanı
Bekir Yıldız tarafından Ankara Sincan İlçesinde düzenlenen
bir tiyatro gösterisinde şeriat düzeninin gelmesine
yönelik çağrı mesajları verilmesi bardağı taşıran
son damlalar olmuştur.
Buna mukabil olarak da  Türk Silahlı Kuvvetleri 04 Şubat 1997 günü
Sincan İlçesi Caddelerinde tankları yürüterek tepkisini göstermiştir.
Bu hareket;  Atatürk’ün kurmuş olduğu lâik Türkiye Cumhuriyeti’ni
korumak ve kollamak adına, rejim aleyhinde başlatılan ve artarak
devam ettirilmekte olan irticai hareketlere dur denilmesi
anlamında verilen bir doğal tepkidir.
Tankların yürütülmesi olayı ile ilgili sonrasında açıklama yapan  
Orgeneral Çevik Bir ise "Sincan'da demokrasiye balans ayarı yaptık."
yorumunda bulunmuştur.
***
Bu kritik ve rahatsız edici gelişmeler üzerine dönemin Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel’in başkanlığında 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan
Milli Güvenlik Kurulunda, altında Başbakan Erbakan’ın
istemeyerek de imzasının bulunduğu 18 maddeden oluşan
kararlar alınır. Karar metninde özetle; laiklik ilkesinin korunması,
tarikatların kapatılması, tarikatlara ait olan vakıf, yurt ve okulların Milli Eğitim
Bakanlığına bağlanması, kurban derilerinin rejim dışı kuruluşlarca
toplanmasına engel olunması gibi tavsiye maddeleri bulunmaktadır.
Bu kararları, politik olarak irtica yanlılarına şirin görünmek adına
uygulama niyetinde olmayan Erbakan, neticede bir
süre sonra Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e istifasını sunar ve
yeni hükûmetin kurulması görevi Mesut Yılmaz’a verilerek
yeni bir koalisyon yönetimi oluşturulmasıyla darbe yoluna değil
demokrasi yoluna devam edilir.
***
Bu olup bitenler,  bazı çevreler tarafından; sivillerin önde, askerlerin
arka planda olduğu  ‘’  darbe ‘’ ya da ‘’ post modern darbe ‘’ olarak
yorumlanıp, lanse edilmeye çalışılmıştır.
Bu olay tarihi kayıtlara geçmiştir ve eğip, bükmeye ve mağduriyet
edebiyatı üretilmesine hiç gerek yoktur.
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında toplanan
Milli Güvenlik Kurulu kararlarının altında merhum Demirel dahil
bu toplantıya katılmış olan Başbakan Necmettin Erbakan,
Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, dönemin İçişleri Bakanı
Meral Akşener ve Milli Savunma Bakanının imzaları vardır.
Eğer bu darbe girişimiyse; dönemin sivil iktidarının başında bulunanlar,
uyumuşlar mıdır, yoksa uyutulmuşlar mıdır?
Neden karşı çıkamayıp bu kararları imzalayarak
resmen uygulamaya koymuşlardır?
Bu kapsamda;  bu hareketi darbe olarak niteleyip işin
başka boyutlara taşınması ve buradan mağduriyet edebiyatı
yaratılması hiç de gerçekçi ve akılcı değildir.
28 Şubat’a giden yol, tamamıyla dönemin siyasi iktidarının
hazırlayıp döşediği ve kendi sonunu hazırladığı bir yol olmuştur…
O dönemde yaşanılan açmazlar üzerine alınan MGK kararları
yok sayılmayıp gerçekten de ciddiyetle uygulansaydı,
sonrası yakın süreçte yaşanılan ve yaşatılan FETÖ darbesi ve
muhabbetleri belki de olmayacaktı diye düşünüyorum.
Bilmem yanılıyor muyum?
Son söz olarak;  her türlü darbeye tabiî ki hayır, gerçek anlamıyla
yalansız, dolansız olarak işletilecek demokrasiye ise evet diyorum.
Bunun ötesinde daha da diyecek ve söylenecek bir şey yok kanısındayım….

Bu yazı 708 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum