Doğan ÖZDEMİR

Doğan ÖZDEMİR

" EMEKÇİNİN KÖŞESİ "
[email protected]

Açlık ve siyaset

10 Mart 2024 - 18:56 - Güncelleme: 16 Mart 2024 - 15:31

Canlılarda doğuştan gelen “temel içgüdüler” “doymak-korunmak-üremek”tir. Yaşamak için uygun bir ortam, güvenli bir çevre ve gıda gerekir. Gıda, insanların önce bulabildikleri ile sınırlı olmuş, avcı-toplayıcı döneminden tohuma hükmedip hayvanları evcilleştirdiğinde toplu yaşamaya geçmiştir.
Günümüzde dünyada toplam tüketilebilecek gıdalar ile içilebilecek su, ekilebilecek arazi sabit kalırken, hatta giderek azalırken, insan nüfusu ise doğal üreme içgüdüsü ile hızla artmaktadır. Örneğin; on bin yıl önce dünyamızda kişi başına düşen gıda miktarı üç birim olsa, beş bin yıl önce artan nüfus nedeniyle belki iki birime, bin yıl önce de bir birime düşmüş diye düşünebiliriz.
Elli-atmış yıl önce ise gıda yönünden “kendi kendini besleyebilecek yedi ülkeden biriydik.” Üstelik teknolojik yönden epeyce geri olup tarım ve hayvancılığı yeterince sağlıklı yapamadığımız halde…
Otuz-kırk yıl önce; özellikle sanayi ve tarımsal üretimimiz yine de düşüktü, ama yöneticilerin yanlış politikaları sonucu bu üretimi yapan kırsal kesim insanları “taşı toprağı altın” denen başta İstanbul ve öteki kent varoşlarına yığıldı. Üreten insanlar tüketen insanlara dönüştürüldü. Yiyecek bulmak zorlaşmaya başladı.
Son yirmi yılda siyasiler açlığı çoğaltarak, kişileri sadaka ekonomisine bağlayarak, oylarını devşirmeye yarayan bir sistem oluşturdu. Üretenler düşman ilan edildi, sürekli tüketen, borçlanan bir toplum olduk. Dünyada en değerli meta olan temiz su ve gıda üretilecek alanlar göz göre göre talan edildi, meralar, ormanlar, tarım alanları, sulak alanlar betona dönüştürülerek geri dönülemez hale getirildi. Maden alanları bunun en dehşetli örneğidir.
Bilinçli olarak uygulanan ekonomi ve siyasi dayatma sonucu, üretmeyen “yakın ve yandaşlar” oturduğu yerden çok büyük paralar kazanırken, çiftçiler tarlasını-bahçesini-ahırlarını terk ederek il-ilçe varoşlarının tüketicilerine eklendi.
Sonuç; hızla artan kent nüfusu, yani sürekli tüketicilerin baskısıyla kişi başına yeterli gıdaya ulaşılamamaya başlandı. Üstelik varoşlarda sistemin acımasız çarklarında dünyada ortalaması %5’leri bulmayan “asgari ücret” tuzağına yakalanan çalışanlar ömrü boyunca işveren lehine belirlenen bu ücretle yaşamak zorunda bırakıldı.
Hani bir zamanlar eskiden “tüp-yağ-mazot kuyrukları vardı” diye rakiplerini suçlayanlar var ya; hah, işte onlar döneminde de çok uzun kuyruklar oluştu! Eskiden cebinizde alabilecek para varken, var olan, ancak piyasaya malını sürmeyerek karaborsa yaratan esnaf vardı. Şimdi ise aldığı ücret ile açlık sınırının çok altında kalan, etin-balığın şeklini ve tadını unutan, ucuz ekmek için bile kuyruklarda saatlerce bekleyen, çöpleri karıştırmak zorunda kalanlar ortada…
Türkiye'deki 1 trilyon 41 milyar dolarlık servetin %39,5’lik kısmı, nüfusun sadece yüzde 1'lik kesiminin elinde bulunuyor. Nüfusun en zengin yüzde 10'unun servetten aldığı pay ise yüzde 69,8!  Yerden biter gibi dolar milyarderleri ortaya çıkıyor. Dün yarı aç yarı tok zor yaşayabilen kişilerin şimdi nasıl milyarderlere karıştığına kızgın ve şaşkın olarak bakmaktayız. Yıllarca devletine tüm borçlarını ödemiş, primlerini yatırmış, yasal süresi kadar çalışmış ve artık dinlenme ve kalan ömrünü huzur içinde yaşamayı düşünen emeklilerimizin ise perişan hallerine insan olanın vicdanı dayanmıyor!
Ne demiştik? Yaşamak ve ölmek… Uygun bir çevre, barınma, korunma, su ve yiyecek sağlandığında yaşama şansı artıyor, azalırsa ölüme doğru gidiliyor. Ölüm elbette eninde sonunda her canlı için geçerli bir sonuçtur ama ölümün acaba hangisi daha kötüdür? Kaza, cinayet, savaş, hastalık… Bir insanın açlıktan veya susuzluktan ölmesi hangi insan vicdanına sığar? Açlık en korkunç cezadır!
Çözüm? Günümüz üretim araçlarını iyi kullanmak, ürünleri eşit olarak dağıtmak, savurgan olmamak… Dışarıdan almak yerine gıdayı kendimiz üretmek, üreticilere moral, yasal ve parasal destek sağlamak… İnsanlarımızı tüketici olmaktan tekrar üretici hale döndürmek… Bunlar nasıl yapılabilir?
Komşusu açken tok yatmayanlarla, hak-hukuk-adaletten ayrılmayanlarla, kendisini ve yakınlarını değil, öncelikle halkını ve devletini düşünebilenlerle, insanları “biat ve itaat eden oy deposu” olarak değil, “özgür birey” olarak görebilenlerle; özetle demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti idealinde olanlarla yapılabilir.
Bunu başarmak için de elindeki en büyük güç olan “Oy”una sahip çıkmakla, yalan-dolanla kandırılıp “Oy”una gelmemekle sen yapabilirsin. İnsanca yaşamak senin en büyük hakkındır; unutma! Emeğine sahip çık! Ramazan’da bir ay oruç tutup açlığın ne demek olduğunu sınayacaksın! Seni on iki ay oruç tutturmak isteyenleri iyi tanı!
Tüm inananların Ramazan ayını kutlar, aç kalmayı değil, açlığın önemini kavrayıp paylaşmayı öğrenecekleri güzel günler dilerim.
 

Bu yazı 851 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum