Kitabın Yazarı: Zehra KONUKMAN
(Karina Yayınevi, 1. Baskı-Mart 2024, 126 Sayfa)
Sayın Prof. Dr. Aziz Konukman’ın eşi Zehra Hanım’la yeni tanıştım. Sağ olsun o da bana yeni kitabını imzalayarak verdi. Okuma sıramda değişiklik yapıp hemen okudum ve tanıtım görevini de yapıyorum.
Kitabı okumaya başladığımda yazarımızın bu konuda oldukça deneyimli olduğu hemen anlaşılıyor. Zaten yaşam öyküsünde görüleceği gibi blog yazarlığı yapması ve tiyatroya olan merakı iyi bir alt yapı oluşturmuş.
Toplam kırk bir yazının yer aldığı kitap kolay okunuyor. Genellikle yaşam öyküsüne dayalı, insan yapısını çözümlemeye yönelik yazılar ağırlıkta. Bunların bazılarından kısa alıntılar yaparsam yazarımızı daha kolay tanıyabiliriz.
“İçimdeki Fırtına” yazısında; “Kış ortasında, ağır, kasvetli hava devam ederken aldığım bir haber, her şeyin allak bullak olmasına yol açtı. Her şeyin düzenli olması ne kadar güzeldi oysa” derken babasının felç olduğu haberine verdiği tepkiyi görüyoruz. Ve ekliyor yazar; “Annem, yaşamın zor zamanlarına göğüs germeyi nasıl başardıysa, ben de güçlüklerle karşılaştığımda annemi anımsayıp onun gibi becerikli olacağım. Hoşça kal annem!” Bir baba ve annenin çocukların gönlünde ve beynindeki yerinin ne kadar önemli ve onlara örnek olduğunu görüyoruz.
Kitaba adını veren “Babamın Tenekeleri” bölümünde ise; “Nerede zeytinyağı tenekelerini görsem içim sızlayarak “babamın tenekeleri” dedim. Yıllarca sırtında taşıdığı tenekeler. İnşaatlarda ömrünü harcadığı kum, çimento taşıdığı tenekeler” derken çocukluğunda o tenekelere dikilmiş ren renk, cins cins çiçekleri anımsatıyor. Çoğumuz, ya da bizim kuşak bunu çok iyi anımsayacaktır. Çiçek saksısı yerine büyüklü küçüklü tenekeler, özellikle küçücük bahçesi ya da pencere önünde azıcık çıkıntısı olan evlerde rengarenk çiçekleriyle baş köşede olurdu.
“Sabriye Teyze” yazısında evinde yalnız yaşayan bir yaşlı kadının sessizliğe karşı aldığı önlemi içimiz burkularak okuyacağız. “Teyzenin evinde her odada saat vardı, banyoda bile. “Sabriye teyze, bu kadar saatle ne yapıyorsun?” dediğimde: “Ah! Evladım, beni arayan soran yok. Her odadan ses geliyor, yaşadığımı hissediyorum.” Yalnızlık, özellikle yaşlılıkta yalnızlığın ne kadar zor olduğunu gözlerimiz dola dola bir kez daha öğreniyoruz.
“Bizim Mahallede Cümbüş Var!” bölümünde ise martılara kaptırdığı kızartmalar için; “Bir martı, kabak kızartmasını kapıp giderken ben “Ay! Ay!” diye bağırıyorum. Onun nasibiymiş” diyor. Çaresizliğe karşı paylaşımcılık!
İlginç bir alıntı daha yapayım: “Dudu teyze eski evlerden odun topluyor. Yıkılan anıları kışın sobada yakacak. Belki onun evi de yakında yok edilecek. “Kızım gazeteci misin?” diyor. “Yok! Anılarımı arıyorum” diyorum. Çok anlamlı bir yanıt, değil mi?
Bu arada yazarımızın “Kum Zambağı” isimli bir tiyatro oyunu yazdığı ve Sinop İskele Caddesinde kurulan TIR Tiyatro Sahnesinde oynandığını öğreniyoruz.
Kadınların ikinci sınıf vatandaş görülmesine şiddetle karşıdır yazar; “Kaderine razı mı olacak? Diri diri gömülmeyi mi göze alacak? İşe bu tarafından bakmak gerek. Sürekli neden-sonuç ilişkisi. O zaman nedenleri niçin ortadan kaldıramıyoruz? Hep acı sonuçlarla karşılaşmak neden yazgımız olsun?” diyerek isyanını gösterir.
Bu arada şairliği de var yazarın, daha çok bilgiyi kitapta bulacaksınız. Hatta kendi sesinden güzel bir şiirini de tanıştığımızda bize okudu sağ olsun…
Elinize, emeğinize sağlık Zehra hocam.
İyi okumalar dileği ile. (10.9.2024)