Kitabın Yazarı: Erol MANİSALI
(Derin Yayınları, 2004, 210 Sayfa)
Konusunda en çok kitap yayınlayan bilim adamlarımızdan biri olan Erol Manisalı bu kitabında da üç bölüm halinde iki binli yılların başına kadar yaşadığımız ekonomik sorunları ve çözüm yollarını anlatıyor. Ekonomi kitaplarını okumak genelde zordur; ama yazarımız kısa köşe yazıları halinde bize kolay okunan ve anlaşılabilen bilgiler sunuyor. “Bu kitapta yer alan kısa yazılar bütün bu çatışma ve ayrılmaları değişik biçimde ele alıyor. Uluslararası sistemin işleyişi ve Batı kapitalizminin bunun içindeki yeri, Soğuk Savaş sonrasında tüm Dünya’daki yeni kırılmaların iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel boyutları, bütün bu gelişmelerin Türkiye’ye yansımaları ayrı ayrı ele alınmıştır” diyor yazarımız.
1. Bölümde “Ulusal cephe ve karşısındakiler” başlığıyla ABD ve AB’nin Soğuk Savaş sonrası Türkiye üzerindeki baskılarını anlatılıyor. “1980’lerin sonundan itibaren bütün hükümetlerde “çok etkili oldular”, içeriye nüfuz ettiler. Paranın, sermayenin ve dış ilişkilerdeki “ortaklıkların gücü” her yere giriyordu.”
“Bir ülke fakirlikle baş edebilir; bir ülke savaş kaybeder, yine üstesinden gelip doğrulabilir; ancak bir toplum umudunu kaybettiği zaman artık her şey bitmiş olur; çözülme ve dağılma kaçınılmaz hale gelir. Halk, toplumsal demokrasi, Cumhuriyet, insanlık gibi ölçülerin yerini, “bireyin başının çaresine bakması” alır. Ancak binlerce yıldır yaşanan insanlık tarihi, toplum olmadan bireylerin de olamayacağını gösterdi.”
“Bugün Batı’daki odaklar, kısaca Batı kapitalizmi Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’yi parçalayıp denetimi altına almak istiyor. Yavaş yavaş, sindirte sindirte. “Kuşun etrafına kafes örülürken”, tabii “uçmakta özgürsün, istediğin kadar uç” deniyor Türkiye’ye.”
“Türkiye’nin Batı kapitalizmine tek yanlı bağlanmasına karşı çıkmadan ve içimizdeki işbirlikçileri tasfiye etmenin niceliğini anlamadan, “ben laiklikten yanayım, ben demokrasiden yanayım, ben Cumhuriyetten ve çağdaş uygarlıktan yanayım” söylevlerinin hiçbir anlamı yoktur.”
2. Bölümde “Kapitalizmin Yeni Yüzü ve Cumhuriyet” konu ediliyor. “Vahşi kapitalizmi” ve ABD’nin sürdürülebilir üstünlükler kuramı inceleniyor.
“Sürdürülebilir Üstünlükler Kuramı, ABD’nin kurmak istediği imparatorluğun “temel kuramını” meydana getiriyor. Bu aslında Batı kapitalizminin “Temel İçgüdüsüdür.” “İhtiras, güç, iktisadi egemenlik ve sonunda tekelleşme: Tekelci güçlerin dünyayı denetimidir bu. Şirketler ve silahlar yan yana, omuz omuza, birlikte; önce şirketler politikaları ve akıllı bombaları üretecekler: Sonra akıllı bombalarla ülkeler işgal edilecek. Akıllı bombaların ardından akıllı şirketler işgal bölgelerinde iktisadi eylemlere başlayacaklar ve tekelci güçler olarak ahtapotun kolları gibi “İmparatorluğun” sınırlarını veya topraklarını oluşturacaklar. Amerikan kapitalizminin dünya üzerindeki İmparatorluğunu kuracaklar. Bunlar, Amerika’nın vahşi kapitalizminin temel içgüdüleridir.”
“ABD ve Batı kapitalizmi bu işi yaparken başlıca üç yöntem kullanıyor:
1- Irak modeli; Batı kapitalizmi “Irak yönetimine”, ben hak, hukuk, insanlık tanımam, benim dediğim olacaktır” diyor ve bombalarını yağdırmaya başlıyor. Ülke, kapitalizmin orduları ile işgal edilerek doğal kaynaklara el koyuyor, piyasayı ele geçiriyor.
2- Venezuella modeli; eğer ülkede seçimle gelmiş demokratik bir iktidar varsa, özellikle halkçı bir politika izliyor ve destekleniyorsa işler biraz zora giriyor. Bu defa sermaye çevreleri, medya patronları, sendika yöneticileri ve güvenlik çevreleri para ile satın alınarak ülkede kargaşa çıkarılıyor. Etnik sorunlar var ise “ayrıcalıklı kesimler” yaratılıyor.
3-Türkiye modeli; Türkiye modeli Batı kapitalizminin ve emperyalizminin en başarılı olduğu modeldir. Bu yönetimde yumuşak geçişle ülkede sivil darbe gerçekleştirilir.”
“Batı kapitalizminin şirketleri yeni düzende kendi ülkeleri ve Batı ile barışık durumdadırlar. Amerikan şirketi kazanırken Amerikan çiftçisi, işçisi, devleti de kazanmaktadır. Batı kapitalizminin büyük şirketleri, “dışarıdaki şirketleri, örneğin Türkiye’deki yerel şirketleri kendilerine tek yanlı bağlamışlardır”. Alman, Fransız, Kanada yani diğer Batı için de bu kural geçerlidir.” “Bu nasıl oluyor? Çok basit, Türkiye’deki büyük şirket ABD veya Alman firması ile yaptığı anlaşmalarda; -İhracattan çok ithalata yöneliyor, -Ticari imtiyazlar yabancı şirketin elinde oluyor, -İdari olarak bağımlı bir düzen kuruluyor, - Bizdeki tütün üreticisine kaybettiren, ABD’deki tütün üreticilerine kazandıran bir düzen kuruluyor, -Ulusal sanayi yavaş yavaş zayıflıyor, katma değer düşüyor, işsizlik artıyor.”
3. Bölüm “Türkiye’den ve Dünya’dan Manzaralar” başlığında karşılaştırmalı bazı konulara değiniyor. Örneğin yurt dışına gitmeyi isteyen öğrenciler konusu çarpıcı. Gideceklerin ailesinin desteği olan binlerce doların aslında bizim bütçemizden ABD bütçesine aktarılan para olduğunu anımsatıyor. Üstelik gidenlerin bazılarının hiç geri dönmeyeceğini ve bulunduğu ülke için çalışacağını, dönenlerin de ülkemizde ABD veya diğer emperyalist ÇUŞ’lerden birinin elemanı olarak yine onlara çalışacağını söylüyor.
“İçlerinde, eğitimlerini bitirince hemen Türkiye’ye dönenler de var. Bunlar üniversitede asistan değilseler genellikle ya ABD ile iş yapan bir yerli firmada veya Türkiye’deki bir ÇUŞ’te çalışmaya başlarlar. Batı kapitalizmin ünlü kuralı burada da geçerlidir; bizim eğitimli gencimiz, dışarıya kazandırıp içeriye kaybettirmek zorundadır. Gençler içinde “istisnalar” çıksa bile genel kural hiç bozulmayacaktır. İçlerinden başbakanlar, bakanlar bile çıkacaktır. Onlar bile genel kurala uymak zorunda bırakılacaklardır.”
Alıntılarla bir kısa tanıtım yapmaya çalıştım. Böylece özelleştirmeleri, kendi şirketlerimizi korumak yerine ÇUŞ’leri ülkemize sokup onlara teslim olarak ekonomimizin nasıl bu hale getirildiğini şimdi daha kolay anlayabiliriz. Günümüzün anlamına uygun bu kitabı dikkatle okuyacağınızı düşünüyorum.
İyi okumalar dileği ile. (8.9.2024)