Okullar açıldı! Milyonlarca değişik yaşta çocuğumuz okuluna kavuştu. Ne mutlu bizlere, artık bu çocuklarımız okuyacak, adam olacak, vatanına-milletine yararlar sağlayacak. Bu nedenle içimiz pır pır uçuyor mutluluktan…
Ama ben ilk dersi bakan talimatıyla “Çanakkale’den Gazze’ye Bağımsızlık Ruhu ve Vatan Sevgisi”” diye verilmesi zorlamasına hiç girmeyeyim, çenemi tutamaz başıma iş açarım! Gazze bizim babamızın mahallesi; ülkemizde yolu, okulu, öğretmeni olmayan o kadar çok yer ise yabancı diyar sanki!
Sosyal bir devlette, devletin güvencesi altında olan “Eğitim Hakkı”, “geleceğimiz” diye övünç duyduğumuz çocuklarımıza, rahatça okuyabilmeleri için her olanağı sunar. Aynı bizdeki gibi, değil mi? Örneğin; bizde ilkokuldan başlayarak her öğrencinin istediği okulda okuma hakkı vardır! “Senin adresin buraya uygun değil, teee oradaki okula gidecek çocuğun” derler mi? Yok canıııım, o kadar zora sokmazlar di mi? “Aha şurada evinin yakınında İmam Hatip Okulu var, oraya kayıt yaptırıp boşuna bir de servis ücreti ödeme” diye iyilik de yaparlar!
Her okulun “Forma” mı ne derler, türlü türlü giysileri var. Bizim kuşaklar “Siyah önlük-beyaz yakalık” giydiği için fakirliğimiz bir miktar gizlenebiliyordu. Ama şimdi “paran var mı” diye sormadan “olmazsa olmaz” denen bu giysiler de elbette alınacak. Başta çanta olmak üzere kalem, defter, kitap, şu, bu derken çok ciddi rakamlar tutan okul malzemeleri de alınmak zorunda. Okulu yakın olup kısa mesafeleri yürüyerek gidip gelebilecek çocuklarımız, ailelerini “Servis” yükünden kurtardıkları için daha çok mu sevilir diye düşünmüyor değilim hani…
Elbette okul deyip geçemeyiz! İyisi var, çok daha iyisi var. Tabi sende para varsa var! “Özel Okul” adı altında eğitim ticarete dönüştürüldüğü için devlet okullarında yer bulamayan ya da geleceğini garantiye almak isteyen kişiler parayı basıp bu okulları da boş bırakmıyorlar. Böylece “eğitimde eşitlik” ilkesi de garantiye alınmış oluyor! Bunu üniversite sınavlarına girerken net olarak görüyoruz: Sinop’un Saraydüzü İlçesinde -eğer varsa- lisesini bitirenle, bilmem ne çok özel okulunu ya da kolejini bitiren “tam olarak eşit koşullarda aynı sorulardan” sınava giriyorlar! E; ne de olsa eşitlik bizim işimiz…
Ülkemizde en çok değişen bakanların başında Milli Eğitim Bakanı’nın gelmesi bir rastlantı mı sizce? Eğitim bu sayede gittikçe dincileştirilirken zaten Anayasa’yı tanımadıklarından kafalarına göre takılıyorlar. Başlarında her yeri İmam Hatipli dolduracağını övünerek söyleyenleri oldukça işleri kolay… “Eğitimin amacı bilgi değildir, Allah korkusu ve kuldan utanmaktır. Ondan sonra ateistle mi, deistle mi, LGBTİ ile mi uğraşacaksınız... Bilgi üniversitede oluyor, mezhepte oluyor” diyenlerin parlak düşünceleri yanında, “İmam Hatiplerin üniversiteye giriş başarısı %17, işe giriş %95… Anladınız mı ülkenin uçuş sistemini?” gerçeğinde, liyakat ve sadakatin arasındaki farkı göremeyenler de umarım artık eğitimdeki varılmak istenen hedefi görmüştür.
Okulların bahçeleri araç parkı olacakmış; düşüncelerimi burada anlatmam olanaksız… Bakan “asla” dese de herkes bilir ki ilk fırsatta “okula yardım” yine devreye girecektir. Hatta okulların temizliğini de kendileri yapacak diye duydum, hadi veliler, temizlik başına… Devletin parası bitmiş demek ki… Temel görevi olan eğitime bile üç kuruş para ayıramıyor; yazık…
İlkokuldaki çocuklarımız gerçek anlamda tam da çocuk! 6-12 yaş arasındalar. Bunların tek başına okula gidebilmesinden tutun da öğlende yemesi gereken yemeğine kadar özen gösterilmesi gerekir. Yani her çocuğa ya okulda öğlende sıcak bir yemek verilir, ya da çocuğa bir “beslenme çantası” velisi tarafından hazırlanır. Hah; işte tam da zurnanın zırt dediği yere geldik! Şu koca ülkemizde kimlere, nelere o kadar çok paralar harcanıyor ki, bizim vergilerimiz tüm halkın refahı için değil de “bazıların” keyfine göre mi harcanıyor diye düşünmemek zor. Şu TV ve sosyal medyanın da gözü kör olsun! Tomar tomar paraları oralarına buralarına sokup makinelerle sağa sola savuranlar, kahvesine altın katıp içenler, çocuğuna süper lüks araç alanlar, lokanta kapatanlar, say da say; bu kadar zengin ve görgüsüz insanların yaşamlarını izlemek zorunda kalan çocuklarımız da bunlara özeniyordur!
İşte böyle har vurup harman savuranlarla “itibarından zerre tasarruf etmeyenler” sayesinde ülkenin neredeyse üçte ikisi asgari ücret ve ondan da az emekli maaşıyla yaşama savaşı veriyor! Bunlar gençliğinde “en az beş çocuk” sloganına inanıp üç beş çocuk yaptılarsa şimdi kara kara düşünmektedirler. Hangisini okutacak garibim? Güç mü yeter bu masrafa, yetmiyor işte; yazı tura ile mi dört çocuktan birini seçip okuturlar, bilinmez.
Ve sonuç; ey devletin başındakiler, tırnak kadar tasarruf yapın da çocuklarımıza hiç değilse öğlenleri bir sıcak yemek verin! Bu çocukların büyük kesiminin aileleri o beslenme çantası denen şeylere bir dilim ekmekle bir domatesi bile çok zor koyabilecek durumdadırlar. Sosyal devlet isek bunu bari yapın!