Kitabın Yazarı: Erdal ATABEK
(Altın Kitaplar, 4. Baskı- 1988, 240 Sayfa)
Sayın yazarın ilk ve önemli kitaplarından biri olan kitabı, basım tarihi eski olsa da içindeki değişmeyen ve günümüzü de anlatan düşünceleri nedeniyle öğrenerek okudum. Kısa yazılarına ve değişik konulara yer veren yazar ekliyor;
“Bodrum Belediye Başkanı “Burada Türkleri istemiyoruz” demiş. Herkes kızdı, ben düşündüm. Düşündüm, Belediye Başkanını haklı buldum. Haklı ve açık sözlü. Para kimdeyse Bodrum’a o gitsin. (…) Yazın bir haftada birkaç milyon lira (o zamanın parasıdır) ayıracak varsa gitsin. (…) Tatil deyince şart mı deniz, şart mı güneş? Onları da bir yerlerden geçerken görüveririz. Kendi yurdunda sürgün olmaktır bunun adı” diyerek bize konumumuzu anımsatıyor.
“Bilim ve Sanat” dergisinin yedinci yılında bir panelde yaşadıkları ilginç…
“Salon ağzına kadar dolu. Kalabalık dışarıya taşmış. Bir susamışlık mı? Birden gözüm sağ tarafa ilişti. Bir kamera, paneli filme alıyor. Kameranın yanında da ses kaydeden teyp çalışıyor. “Eh” diye düşündüm, “Bir yedi yılın kutlaması, dergimiz videoya alıyor herhalde. Bir kopya istemeli mi?” Varlık Özmenek’e döndüm, sordum, “dergi mi filme alıyor?” diye. Aklıma, belki bir ajans da olabilir diye gelmişti. Sonradan, saflığıma çok güldüm ya. İşte insanın duyması başka, başına gelmesi başka. Varlık Özmenek, “Polis” dedi, “polis alıyor.” Kısa, net, sakin. “Polis.”
İnsanların baskı altında nasıl teslimiyetçi olabileceklerini ise Yıldız Parkı’na konan bir gizli kamera ile bize izlettiriyor. Parkın girişinde “İçeri girmeden ayaklarını sil” yazısı Türkçe ve İngilizce yazılmış. Güya insanların şaşkınlığına gülünecekmiş! “Ne gülmesi! Ben dehşetle izledim. Herkes, büyük bir uysallıkla ayaklarını dikkatle sildi. Hele biri -kuşkusuz ne olur ne olmaz diye- ayaklarını silmekle kalmadı, yanlarını, üstlerini bile paspasa dikkatle sildi. Kimse “Bu nedir?” demedi. Kimse “Ne saçma şey, bu kimin aklına gelmiş?” demedi. Yürek yaralayıcı bir şey. Sosyal bir test bu. Bakın, insanları ne hale getirmiş? İşte, bu hale. “Gözaltında demokrasi.” Bu işte, bu.”
Tarihin yapılması kadar yazılmasının önemini de okuyoruz. “Karşı-kültür’ün görüşünde tarih de var. Resmi tarihte BİZ varız. Biz, Osmanlıyız. Dünyayı fethetmişiz. Daha da fethedecekken içeriden ihanetlere uğramışız. İçimizde hainler çıkmış, bizi bölmüşler, gerilemişiz. Tarih, bu. Tarihimizde herkes düşman. “Türk’e Türk’ten başka dost yok.” Ruslar baş düşman. Bulgarlar eski sütçümüz, düşman. Yunan düşman. Araplar düşman. (…) Resmi tarih, düşmanlık tarihidir. Yalnızlığımızın tarihi.”
Sendikacılık, iş güvenliği, iş kazaları ve tazminatlarını da anımsatıyor, hem de çok acı olarak… (Para birimi eskidir) “İki göz odanın bir aylık kirası iki yüz bin lira. (O günkü para birimi. D.Ö.) İki göz odanın satış bedeli yirmi milyon lira. İki gözün kaybının bedeli kırk beş bin lira. İki göz…”
Neden-Sonuç ilişkisi ile örgütlü mücadele arasındaki bağı da unutmamış yazarımız: “Sonuçları irdelemek kolaydır, nedenleri irdelemek zor. Sonuçlara “üzülmek”, “sıkılmak”, “öyle olmamasını istemek” kolaydır. Nedenleri “görmek”, “karşı çıkmak”, “değiştirmeye çalışmak” toplumsal mücadeledir. Bireyin birey olarak toplumsal mücadelesi olamaz. Bireyin birey olarak toplumsal mücadelesi kişisel bir kaçıştır. (…) Bireyin toplumsal mücadelesi örgütlü mücadeledir.”
Eğitime elbette yer verilmiş. Eski ve yeni eğitim karşılaştırmasında büyük çelişkileri ortaya koyuyor. Okuldan değil, yazarlardan öğrendiğimizi anımsatıyor: “Nicedir yazarlar öğretmenlerimiz oldu. Gazetemi, dergilerimiz, kitaplarımız okullarımız. Okulların dışındaki okullarda okuyoruz. Okullarımızda “tek tip insan” yetiştirmek amaçlanıyor. Okullarımızda “bilinç”in yerine “inanç” öğretiliyor. Okullarımızda “tartışma” yerine “baş eğme” öğretiliyor. “Kuşku” yerine “itaat”. (…) Okullarımız çağdaş görünümlü “orta çağ kurumları” oluyor.”
Çaresini de gösteriyor elbette…
“Başkaldırı insana özgüdür. Hayvan başkaldıramaz. Hayvan çok korkarsa, aç kalırsa cinsel kızışkanlıkla harekete geçer. Bunlar olmazsa hayvan başkaldırmaz. Teslim olmayan insandır. Düşünen insandır. İrdeleyen insandır. Kuşku duyan insandır. Araştıran insandır. İnceleyen insandır. Karşı koyan insandır. Bizim istediğimiz eğitim, “insan olma eğitimi”dir. “İnsan olma eğitimi”, insanı düşündüren eğitimdir, insana güç katan eğitimdir, insana kendini öğreten eğitimdir, insana doğayı, toplumları, hayatı, dünyayı öğreten eğitimdir. (…) İnsanlık, dört ayak üstünde durmayı öğretenlere karşı “iki ayağının üstüne dikilmek”tir. İki ayağının üstüne dikilmek. Kollarını alabildiğine açmak. Ve hayır demek. HAYIR demek. VE İNSAN OLMAK.”
31 Mayıs 2024’te aramızdan ayrılan değerli yazarımızın yıllar önce yazdığı kitabı okurken sanki bugünü anlattığını sanmamız son derece kolay… Yeniden okumanızı öneririm.
İyi okumalar dileği ile. 5.10.2024)