Haftalık köşe yazımı yazacaktım ama gündem o kadar hızla değişiyordu ki hangi konuda karar kılacağımı düşünüyordum. İki yanı kesen bıçak gibi konular var; yaz yazabilirsen…
Güzel ülkemde normal geçen günlere hasret kalıyoruz. Şöyle ayaklarımızı uzatıp “Oh be!” demeyi özlüyoruz. Gündüzler gece gibi karanlık, her tarafı sisler basmış gibi… Önümüzü arkamızı göremiyoruz; korkuyoruz! “Bir şeyin haklı olduğunu bildiğin halde, o şeyden yana çıkmazsan, korkaksın demektir” diyor Konfüçyüs. O zaman insan olarak hepimizin üzerine düşen görevi yapması gerekir. “Korku işe yarayabilir ama korkaklık hiçbir işe yaramaz” diyen Mohandas Gandi’ye de teşekkürler…
Evet; korkuyorum! Yaşım yetmişe dayandı ama yine de korkuyorum! Kendime olabileceklerden değil, yakınlarıma vereceğim sıkıntıdan korkuyorum. Yıllardan beri yazıyorum, her fırsatta da bol bol okuyorum. Ancak tüm aydın ülkelerde olağan bu davranışa bizde pek sıcak bakılmıyor. Bunu her geçen gün daha iyi öğreniyoruz. Okuyanlardan gelecek tehlikeyi bilenlerin bunun engellenmesini söyleme özgürlüğüne sahip olduğu güzel ülkemde, ben ve benim gibilere nasıl bakıldığını düşündükçe iliklerime kadar ürperiyor ve korkuyorum!
"Korku, en beşerî duygudur. Benim iktidarlara başkaldırışımı görenlerden kimi beni korkusuz insan sandılar. Oysa ben korkarım. Bende, başkalarına yararlı olacaksa, doğru bildiğimi, inandığımı söylemek duygusu, korku duygusuna her zaman üstün gelmiştir" diyor Aziz Nesin; haksız mı? “Ot gelip saman mı gideceğiz dünyadan?” diyor anlayana…
Kendi kendime soruyorum; neden Anayasa ve yasalara yeterince güvenemez hale geldik? Neden zengin-fakir, sağcı-solcu her vatandaşın tek güvencesi olan Hukukun Üstünlüğü ve Kuvvetler Ayrılığı ortada yok? Biz kime ve neye güveneceğiz? “Berlin’de mahkemeler/Yargıçlar var” diyebilen kişiden neyimiz eksik? İşte bunları düşündükçe korkuyorum! “İnsan düşmekten değil, düşerse hadi kalk diyebilecek bir dost sesi duyamamaktan korkar.” Aldous Huxley’in dediği gibi olmamasını diliyorum. Bizim insan yapımızda “Dilsiz Şeytan” olunması pek hoş karşılanmaz. Dayanışmacılık da ahde vefa da hep vardır.
Halbuki “Korku en insani duygudur.” Çünkü “Korkusu olmayanın cesareti de olmaz. Fildişi Sahili atasözü.” Güzel söz… Köşeye sıkıştırılmış bir kedinin aslan kesileceği bilinir; bu duygu hem korkudan hem de çaresizlikten oluşur.
Çaresiz insan çok tehlikeli olabilir. Düşünün bir; elindeki onun için çok değerli olan bir şeyini; eğer haksız kazanmış ve iade etmek zorunda kalacaksa, vermemek için her şeyi yapabilir! Çaresizliği, malını kaybetme ve hesabını verememe korkusundan doğar. Çaresiz kaldıkça daha çok korku salar çevresine; başka yapacağı bir şey kalmamıştır artık…
Korkmak, susmak, haksızlığı kabul etmek ve boyun eğmek olunca o zaman korkuya teslim olunmuş olur. İstenen de budur; bunun için sokaklar, evinizin ve hatta beyninizin içi bile korkuyla doldurulmaya çalışılır. Ama “Korkunun ecele faydası yoktur” Türk atasözünü de hepimiz ezbere biliriz.
Tam da burada, insan olmak, onurunu, gururunu, sorumluluğunu düşünmek; özetle bu ülkenin eşit vatandaşı olarak korkuya teslim olmamak gerekir düşüncesi geçiyor aklımdan…” İyi örs, çekiçten korkmaz” ve onu tamamlarcasına “Cesaret cüretle, korku tereddütle büyür” diyen bu iki güzel İtalyan atasözünü okuyorum. Sanki cesaretim daha da artıyor.
Evet; korkuyorum! Yazmak konuşmaktan daha kalıcı olduğundan daha da çok korkuyorum! Ama gözümüzün önünde yaşananlara “Dilsiz Şeytan” gibi susmayı, üç maymun gibi davranmayı da kendime yediremiyorum.
“Korkakların her gün, cesurların bir kez öleceğini” de çok iyi biliyorum!