Ülkemizde yepyeni bir umut ışığı parlamaya başladı. Alışılmış çaresizlikten yavaş yavaş sıyrılmaya başlayan kişiler karanlığı delip geçen bu ışığa umutla bakıyor. Yavaş ısıtılan suda haşlanmayı bekleyen kitle haline getirilenlerin çoğu, suyun ısı değişimini algılayıp kazandan dışarı atladı ya da atlamak üzere… Herkes içinden veya yüksek sesle yaşanılan olayların bir kader olamayacağını, bu ana kadar yapılan hataların sonucu olduğunu, arkasında örgütlenebilecek bir hareketin öncülüğünde bu gidişe son verilebileceğini konuşuyor. Toplumda içten içe yepyeni bir heyecan var.
Onlarca yıl aralıksız savaşlarda ölerek vatan denilen coğrafyanın her yerinde neredeyse erkek nüfusunu tüketen bu ülke, ayakta duracak gücü bile kalmadığı bir anda, elde kalan savaş artıkları ve on beşlileri ile el ele artık daha da geriye gidemeyeceği bir avuç toprağı için “Ya kurtuluş ya ölüm!” diyerek yine öldü… Geriye sonsuza dek yaşayacak bir Türkiye Cumhuriyeti bıraktı!
“Az zamanda” dünyanın parmak ısırdığı, ama içimizde karanlıklara sinen hainlerin hırslarından dilini ısırdığı “çok büyük işler yapılarak” Gazi Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde, O’nun ilkeleri ve devrimleri sayesinde çağdaş, laik, sosyal bir hukuk devleti olan ülkemiz kuruldu ve gençlerimize emanet edildi.
Bunu hazmedemeyen emperyalist güçler, ülkemizin büyümesini, güçlenmesini ve gelecekteki yayılmacı emellerini engellememesi için en kolay yolu buldular; içimizdeki işbirlikçi hainleri elde ederek onları kullandılar. Gittikçe çoğalttıkları işbirlikçileri ile suda haşlanan kurbağa deneyinde olduğu gibi halkımızı uyuşturdular. Siyaseti, asla kullanılmaması gereken dine, etnik kökene ve ötekileştirmeye dayadılar. Böylece yıllardır aynı apartmanda oturan, en zor günlerinde birbirinin yanında olmayı görev bilen vatandaşlarımız, bir gün bir baktılar ki yan komşuları meğerse Ermeni, alt komşuları Alevi, üst komşuları da Kürt’müş! İşte o an iyi günde ve kötü günde bir arada yaşamayı görev bilen halkımız, iki-üç bölücü maşanın yönlendirmesiyle ikiye-üçe ayrılıverdi, ötekileşiverdi.
İşbirlikçiler bunun yanında ellerindeki her silahı kendi halklarına karşı, sırf koltuklarını kaptırmamak için acımasızca kullanacaktı. Önce Laiklik hedef alındı; “Müslüman laik olamaz” dendi. Kız çocukları daha ana okullarında türbana sokuldu. Okullarda “aynı koridorda kız ve erkek çocuk yan yana duramaz” diye önce koridorlar, sonra sınıflar ve en sonra okullar ayrıldı. Din dersi ve kutsal sayılan Arapça zorunlu olurken derslere imamlar sokuldu!
Sonra demokrasi ve olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı yok edildi. “Demokrasi bir araçtı;” demokrasiyi yok etmek için bizzat demokrasi kullanıldı! Çoğunluk yönetimi olan demokrasi parmak sayısına dayanan çoğunlukçuluğa dönüştürüldü. Koltukta yükseldikçe, yaratılan biat ve itaat edici kitlesinin gözü kapalı desteği arttıkça yok sayılan demokrasiden sonra sıra Anayasa’ya geldi. Temel yasanın kararlarına herkesin uyması gerekirken kimileri uymadı, kabul etmedi, yok saydı! Böylece dayanıksız kalan hukuk sistemi keyfi atamaların ve siyasi kararların verilebileceği hale geldi ve sistem de çöktü.
İşte tüm bunlara karşı çıkmanın artık siyasi bir duruş değil, vatanı ve halkı kurtarmak için “siyaset üstü” bir zorunluluk olduğunu anlamaya çabalayan bir avuç insan, sıkıştırıldıkları cendereden çıkabilmek için ağır bedeller ödeme uğruna çaba harcamaktaydı. Tam da bu sıralarda Atatürk’ün partisinde kimsenin beklemediği kadar olumlu, başarılı, bütünleştirici ve geleceğe umut veren bir genel kurul yapıldı. Seçilenler de seçenler de ayrılarak değil bütünleşerek hareket etmenin zorunluluğunun farkında olduklarını göstermeye çabalıyor.
Artık ülke gerçeğini anlamalı, bu günlere nasıl geldiğimizi yorumlamalı ve tekrar çağdaş, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olmak için dün yapılan hatalardan bir ders almalı, yolumuzu çizmeliyiz. Tekrar altını çizerek söylüyorum; bu olay kişisel kurtuluşa değil, toplumsal kurtuluşa dönüktür! Bu nedenle ülkeyi kurtarmak isteyen kişiler hangi partiden, hangi siyasi görüşten olursa olsun, önlerindeki bu son çareye umut ve inançla sarılmalı ve ortak akılla hareket etmelidir. Siyasi hırsları ve koltuk sevdaları uğruna hareket edenler dün olduğu gibi yarın da tarihteki yerlerini alacaklardır! Kendimiz için değil, halk için iş birliğine gereksinmemiz vardır.
Önümüzdeki yerel seçimler geleceğimizin ölçüsü olacak kadar önemlidir! Kendi sistemlerini kuranlara karşı çağdaş demokrasiye inananların yarışı olacaktır bu seçimler… Her ne kadar eşit olanaklarla başlayacak bir yarış olmasa da bazılarında olmayan gerçek inanç ve kuvvet “damarlarınızdaki asil kanda” vardır dostlar! Bu yarışı güçlü olan değil, haklı olan kazanacaktır.