Kitabın Yazarı: Bahadır Selim DİLEK
(Krypto Kitaplar, 1. Baskı-Ocak 2018, 224 Sayfa)
Gazeteciliğini siyasi görüşüne göre değil, mesleğinin gereklerine göre yaptığı için feci şekilde dövülen, ama yine de kalemini kırmadan bildiği doğruları yazmayı sürdüren yazarımız, bu kitabında Suriyeli göçünün ayrıntılarını, kimler tarafından organize edildiğini, amaç ve sonuçlarını bizlere 6 bölümde anlatıyor. Şu anda ise BOP Suriye’de amaçlarına ulaşmak üzere… Ve biz kimin tarafındayız, Suriye’nin parçalanmasından sonra neler yaşayacağımızın farkında mıyız, tartışılır! Bu nedenle güncel bir konudur.
Birinci bölümde “Göç Harmanı: Anadolu” başlığıyla tarih sürecinde Anadolu’ya yapılan göçleri okuyoruz. Yazar; “Anadolu tarihinin son iki yüzyılında yaklaşık 6 milyona yakın göçmen, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içine yerleşti” derken, bunların çok büyük bir çoğunluğunun Türk ulusunun onurlu yurttaşları olarak, tüm yasalara uyarak yaşadıklarını, ancak Arap Baharı ile birlikte gelen göçmenlerin ise ülkemize çok büyük sorunlar yaşattığını açıklıyor.
2. Bölüm “BOP’tan Arap Baharına” başlığında; Orta Doğu ülkelerindeki siyasal durumları, bu bölgede zengin enerji ve maden kaynaklarına ulaşmak isteyen ABD gibi yayılmacı ülkelerin yönetimlere etki ederek kendilerine bağımlı hale getirme çabalarını, yaşadığımız Arap Baharı ile BOP Projesi ve sonuçlarını ayrıntılı olarak anlatıyor. Yazar; “BOP çerçevesinde yapılan planlamalara göre Orta Doğuda demokratikleşme sağlanacak, bölge ülkelerinde insan hakları geliştirilecek, ekonomik zenginlik toplumun her kesimi arasında paylaştırılacak, gelir adaleti sağlanacaktı” diye bize sunulanla, gerçekte “BOP ile birlikte Orta Doğuda yeni devletler ortaya çıkarılması, üniter devletlerin parçalanarak gevşek federasyonlara ya da konfederasyonlara dönüştürülmesi, bu ülkelerin toplumsal yapılarını etnik ve mezhepsel düzeyde ayrıştırılması planlanıyordu” diyen yazar, bunun ülkemizdeki yansımalarını da ekliyor; “Arap Baharının gerek Türkiye gerekse bölge açısından kırılma noktası, Suriye oldu. Gelişmeler, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından sıkıntılı bir sürecin önünü açtı.”
Suriye ile yakın geçmişimizde çok iyi yürütülen ikili ilişkilerin, kardeş Esat’tan şeytan Esed’e dönüşmesinde kimin düğmeye bastığı irdeleniyor. ÖSO’yu kurup her türlü desteği vermenin, Suriye’de kendi iktidarlarına karşı savaşmaya göndermenin sıkıntısı yaşanacaktı. Bize kalan ise, güney sınırımızda PYD kontrolünde bir Kürt Koridoru kurulması, milyonlarca göçmen olacaktı.
3. bölümde “Dünden Sonra: Suriyeli Akını” başlığıyla göç olayını okuyoruz. 911 Km’lik Suriye sınırımızın yolgeçen hanına çevrilmesini, iktidarın ise “Açık Kapı Politikası” uyguladığını anlatıyor: “İlk aşamada insani mülahazalar nedeniyle Türkiye’ye geçmek isteyen bütün Suriye vatandaşlarına izin verildi. Hükümetin, dış yardımlara kapı aralayarak için kamu diplomasisi adı altında, sığınmacı kampların reklamını yapmaya başlaması, uluslararası medyanın konuyla ilgili övgü dolu haberler yazması, ülkelerinde kalmış olan Suriyelileri Türkiye’ye geçme konusunda özendirdi” diyor.
Ülke yöneticilerimiz, “Esat nasıl olsa düşecek ve Şam’da Cuma namazı kılacaklarını” söylerken öte yandan ise göçün AB’ye geçmemesi için para pazarlığındaydı. Sığınmacılara maaş bağlıyor, çocuklarına eğitim olanağı sağlıyor, iş buluyor, Kızılay Kart veriliyordu. Bu arada 3 Mart 2016’da sığınmacı Suriyeli sayısı resmen 2 milyon 715 bini geçiyordu! Bu durumun, zaman içinde çok ciddi rakamlarda bir yandaş desteği sağlamak olduğu ise iç ve dış basında çok tartışılacaktı. Yazar; “Güvenlik anlamında en riskli grubu ise kayıt altında bulunmayan sığınmacıların oluşturduğu düşünülüyordu. Bunlardan bir kısmının suça meyilli kişiler olup, bir suç işlediğinde yaşadığı yeri değiştirerek cezadan kurtulabilmek için bilinçli olarak kayıt yaptırmadıkları değerlendiriliyordu. Canlı bomba olayları da sığınmacı konusunda güvenlik zafiyetinin olduğunu gösteriyordu” diyor
4. bölüm “Bugün: Siyaset İçinde Hukuk Arayışı” başlığında; hukuki olarak sığınmacı, mülteci, göçmen gibi kavramların yasal tanımları ve hem ülkelerin hem de göçmenlerin sorumlulukları hukuk açısından inceleniyor.
5. bölüm ise “Bugünden sonra: Sığınmacılar Ulusal Güvenlik Sorunu Haline Geldi” başlığında yapılan resmi araştırmalara ayrılmış. Türkiye Barolar Birliği’nin Şubat 2016’da hazırladığı “Sığınmacılar ve Mülteciler Raporu”, Ankara’da 12 Ekim 2017’deki konferansta sunulan “Suriyeli sığınmacılara dair tehdit Algısı İle Önyargılar ve Gerçekler” raporu ile CHP’nin 8 Ağustos 2017’de açıkladığı raporunun dikkatle okunması gerekir.
6. bölüm ise “Yarın: Türkiye Pakistanlaşma Yolunda Mı?” başlığında ise yazar bizi çok ciddi biçimde uyarıyor; “Türkiye’nin bugün Suriyeli sığınmacılara ilişkin yaşadığı sıkıntılar, 35 yıl önce Afgan sığınmacılar konusunda Pakistan’ın yaşadığı deneyimle büyük benzerlik taşıyor” diyor. Bu bölümü de çok uzak olmayan bir geçmiş olarak anımsamak ve üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
Yazar son olarak konuyu şöyle toparlıyor: Enerji kaynaklarının kaderini belirlediği Orta Doğu, ABD gibi ülkelerin hayalidir. Tarih boyunca buraları ele geçirmek için ne gerekiyorsa yapmıştır ve yapacaktır. Bunun ülkemize yansıması, petrolün kolayca Akdeniz’e taşınması için ülkemizin “böl-parçala-yönet” sistemiyle zayıflatılması, en önemli silah olan Kürt kimliğinin ve bunu kolaylaştıracak Suriyeli göçünün yaratılmasıdır. Bu nedenle bu göçün anlatılan tuzağa düşmemek açısından sadece insani boyutuyla değil, ülkemizin geleceği açısından ulusal ve uluslararası boyutuyla ele alınması zorunludur.
Aradan geçen 4 yılda olanları zaten hep birlikte yaşadık. Her olay yazarı haklı çıkaran cinstendi. Dikkatle okunmasında yarar var.
İyi okumalar dileği ile. (4.12.2024)