Terörizm Kültürü
Kitabın Yazarı: Noam CHOMSKY
Çeviren: Zeynep Nur AYANOĞLU
(İnkılap yayınevi, 2019, 333 Sayfa)
(Günümüzdeki Trump’ların nasıl doğduğunu anlamak için dikkatle okunması gereken bir kitap diyebilirim.) ABD’li dilbilim, felsefe, entelektüel tarih, çağdaş tarih ve Amerikan dış politikası üzerine çok sayıda eseri bulunan yazar, bu kitabında ABD’de 1986 skandalları olarak bilinen Reagan döneminden başlayarak 2000’li yılların başlarına kadar ülkeyi yöneten kişi ve bazı grupların, “demokrasi götürmek” kılıfıyla, başta Orta ve Güney Amerika ülkeleri olmak üzere nasıl bir terör yarattıklarını anlatmaktadır.
Kendini bir “neo-Reagan’cı” sayan T. Carothers’in bir araştırmasından; “Demokrasi olgusu, güvenliğine ve ekonomik çıkarlarına uyduğu zaman ABD’nin demokrasiyi savunduğunu; öte yandan başka önemli çıkarlarıyla çeliştiğinde önemsizleştirdiğini veya tümden göz ardı ettiğini; tüm ABD yönetimlerinin bu bakımdan “şizofrenik” olduğu sonucuna varmıştır” alıntısını yapıyor yazar.
“Amaca ulaşmak için her yolun mubah olacağı” temel içgüdüsüyle davranıldığını anlatıyor ve açıklıyor yine yazarımız; “Doktrinel inanışlar zorla ve dur durak bilmeden vatandaşın kafasına sokulmalıdır. Çünkü olan bitene halk nezdinde meşruiyet kazandırmanın da ötesinde bir tehlike söz konusudur. Mesela herhangi bir siyasal anlaşma ABD’nin talepleriyle zıt düşüyorsa şiddete başvurmak hakkı doğmuştur. Olur ya, gerçeklerden kopuk olarak “düşmanın ihaneti” kartını oynamak gerekebilir. O yüzden düşman ihaneti gibi bir kategori, doktrin içinde yerleşiklik kazanmalıdır. Yeri gelip, düşmanı pazarlık masasına oturtmanın tek yolu derhal şiddete baş vurmaktır gibi bir argüman “tarihsel bir gerçeklik” olarak öne sürülebilir. Üstelik benzer olaylar gelecekte de illa baş gösterecektir. Haliyle tarih mühendisleri kıssadan hisselerin oluşturduğu münasip bir mühimmatı hiç gecikmeden kullanıma sokmak üzere hazırda tutmak ister.” Şu okuduklarımızın ABD’nin gerçek yüzünü gösteren bir rezalet olduğunu görürken, siz de sanki yaşadığımız dönemde bizde de çok beğenilen bir tarz olduğunu mu düşünüyorsunuz? O zaman alıntıları sürdürelim;
“İdeolojik sistem içinde söylemin seyrettiği düzey son derece önemlidir. Amerikan demokrasisinin dehası, tecrit edilmiş bireylerin devlet ve özel sektörün yoğunlaştırılmış gücünü tek başına göğüslemeye mecbur bırakılmış olmasında yatar. Bireyler kendisini düşünmesini sağlayacak veya anlamlı siyasal eylemde bulunmasına yardım edecek örgütsel bir yapının desteğinden mahrumdur. (…) Hâkim doktrine sadık olmak beraberinde ciddi faydalar getirir. Mevcut güç sistemi içinde kabul görür, ayrıcalık kulvarında kolaylıkla yer edinir, hem de aynı zamanda düşünmeye, araştırma ve tartışma gibi çeşitli özgürlüklerin getirdiği külfetten de muaf olursunuz. Bu paha biçilmez bir avantajdır.”
Bu davranışın hiç de yabancısı olmadığımız geliyor mu aklınıza? Biat ve itaatin ne denli yararlı (!) olduğunu, liderleri sayesinde düşünüp de beyin hücrelerinin ağrımasının önüne geçtiğini öğrenmiş kulları... Alan razı, veren razı durumu yani… Ve sürdürüyor yazarımız; “…Kaldı ki bilimde en azından bir ideal vardır, kişilere hak ettiği değer verilir, düşünceler güç sistemi içinde kullanışlı olup olmadığına göre değil, liyakate göre değerlendirilir. Oysa siyasette işler başka. Muhalifleri Stalin’in uşağı diye damgalayarak saf dışı bırakmak işten bile değildir” sözleri de bize yaşanmış çok şey anımsatıyor doğrusu… Hani “Komünizmle Mücadele Dernekleri” kurdurulmuştu bu ABD tarafından; yarım asır sonra bazıları FETÖ’cü olduklarını ancak anlayabilmiş, zavallılar kandırılmıştı…
Bu genel bilgilerden sonra ABD’yi yönetenlerin nasıl bir halk istediklerin öğreniyoruz! Sıra bu halka nasıl davranılacağına geliyor. “Kaynakları yoksullardan alıp varlıklılara aktarmak. Devletin ekonomide daha fazla ağırlık sahibi olması, genel anlamda ise devlet gücünün yükselişe geçmesi. Aktif bir dış politika gütmek.” İşte bu davranış temel alınınca ABD, diğer devletlere halkından daha da acımasız davranacaktır elbette. Gözüne kestirdiği ülkenin yenebilecek, nakte çevrilebilecek her şeyini son kuruşuna kadar almak, bunun için katliamlar dahil her acımasızlığa ve yasa tanımazlığa baş vurmak sıradan işlerden olacaktır. “Reagan Doktrini, Orta Amerika’daki katliamların bir numaralı sorumlusudur” diyen yazar yaşanan olaylara ait korkunç rakamlar veriyor.
“Reagan yönetimi son derece etkili ve karmaşık bağlantılara sahip uluslararası bir terör şebekesi oluşturmayı başarmıştı. Bildiğim kadarıyla bunun tarihte bir benzeri mevcut değildir” diyerek yaşanan büyük dehşeti göz önüne seriyor yazar ve ekliyor; “ABD kanunsuz ve şiddet yanlısı bir devlettir, öyle de kalmalıdır. Uluslararası hukuk, Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler veya diğer uluslararası kuruluşların saçmalıklarından azadedir. (…) Ülke kamuoyuna gelince, erk sahiplerinin çıkarlarını tehlikeye sokacak düzeyde muhalefet oluşmadığı müddetçe halkın ne düşündüğü katiyen hesaba katılmaz. (…) Buradan anlaşılıyor ki başarıyla sonuçlanan terörizm skandaldan sayılmıyor. Bilakis hoş karşılanıyor ve alkış topluyor. ABD’nin Ortadoğu ve Akdeniz bölgesinde sponsor olduğu veya bizzat yürüttüğü geniş ölçekli devlet terörizmi gayet iyi karşılanmıştır."
Elbette bu terörü sürdürebilmenin bazı incelikleri de olmalıdır! “Yerli işbirlikçileri ve paralı askerleri saldırılarda kullanmak, yurtiçinde ise halkı bastırıp kontrol etmek gelenekselleşmiş bir pratiktir.” Bu politika devlet içinde hepimizin bildiği CIA başta olmak üzere birçok örgütün gizli işler yapmasını zorunlu kılarken ortada hiç istenmeyen “devlet sırları” da oluşacaktır! “1986 sonlarında, Washington’ın uluslararası terör ağına dahli kısmen de olsa sökün edince, mühim sırların yayılmasını engellemek için bir hasar kontrolü projesi oluşturma gereği hasıl oldu. Orta Amerika’da son on yılda yaptıklarımızı düşününce sırların sır olarak kalması basit bir konu değildi. (…) Tüm sorunlar beceriksiz kimselerin başarısızlığına bağlanmalı, kurumsal kökenlerin izi sürülmemeli. Daha da önemlisi, ABD’nin kutlu davası her saldırıdan korunmalıdır.” Bu çarpıcı yorum bana hiç yabancı olmadığımız uygulamaları anımsattı güzel ülkemde; ya size?
Kitabın ilerleyen sayfalarında ABD’nin İran, Irak ve diğer “enerji” ülkelerine ilgisini de anlatıyor. Buralarda da diğer ülkelerde yaptıklarının başka versiyonlarını denediğini ve sonuçlarını okuyoruz. Son olarak Reagan döneminde 1985 yılında verilen on beş sayfalık mega muhtırada bu dönemde yaptıkları kayda geçirilmiş, ortaya dökülmüştür.
Kitap, kendi yurttaşı tarafından korkusuzca yazılabilmiş, yakın bir dönemde ABD’nin nasıl yasadışı ve insanlık dışı yöntemlerle başka kişi, lider ve ülkelere saldırabildiğini, tescilli bir terör devleti olduğunu kanıtlamaya yöneliktir.
İlginç yanı da bizde de neredeyse aynı yöntemleri kullanılmış ve kullanmakta olmalarıdır. Kitabı okurken yabancı yer ve isimleri görmezden gelirsek sanki olay buralarda yaşanmış gibi geliyor. Şaşıracak mıyız? Size kalmış! Yöneticilerin en çok istediği; koltuğunda rahat, her istediğini yapabileceği, kendisine hiç muhalefet edilmeyeceği bir ortam yaratmak, bunun için vatan hainliğine kadar her türlü hayali suçlamalarda bulunabilmek, yasa-hukuk tanımamak, asla hesap vermemek, başaramayacağını anlarsa da ortamı korku imparatorluğuna çevirmektir.
Eh; ABD ve benzeri devletler bunu yapabildiğine göre diğer ülkelerdekiler neden yapamasın ki? Zaten sorun da burada değil mi? Kul olmak, biat ve itaat etmek gününü kurtarıyor; yanlışları eleştirmek ve konuşmak, eşit vatandaş olarak hak aramak başını belaya sokuyorsa karar senin arkadaşım.
İyi okumalar dileği ile. (4.12.2025)