Bir yerde düzenin doğru yürüyebilmesi için bazı dengelere, yasalara, bunların hepsini bir araya toplayan anayasaya gereksinme olur. Aksi halde kargaşa çıkar.
Vatandaşın tek güvencesi hasmından daha güçlü, daha hızlı, daha zengin veya daha itibarlı olması değildir. O’nun tek güvencesi başının derde girmesini engelleyecek yasaların varlığı, bağımsız ve tarafsız olarak yasaları uygulayacağına inandığı kişilerin ve görevlilerin ettikleri yemindir.
Bizim halkımız söze ve yemine –zamanında- büyük önem verirdi. Söz senetti; kâğıt parçasından çok daha önemliydi. Hele yemin bundan da öteydi. Zamanla aşırı kullanmaktan(!) bu değerler bozulmaya başladı. Yalan söylemek apayrı bir değer oldu! Bu, yalanı, hele de inanç kalıbına sokarak söylemek neredeyse bırakın hadisleri, ayetlerin yerine geçti. Ortaya cemaat/tarikat dediğimiz, dini kişisel çıkarları için kullanan, kendilerini peygamberi de geçtik, haşa Allah yerine koyanlar çıktı. Yüce Tanrının kimselere, hatta peygamberine bile vermediği yetki ve yetenekleri birileri “bana verdi” diyebilirken başta en sorumlu kurum DİB yetkilileri olmak üzere dindarlarımızın sesi çıkmadı. Kimi depremi elinin tersiyle itti; sonra gördük ki orada da deprem oldu! Kimi yanmayan kefen sattı ve kimse bunun neye yarayacağını sorgulamayınca bolca para kazandı. Kimi müritlerinin şeyhi tarafından direk cennete götürüleceğine inandırdı; kimse “cennet babanın malı mı” diye soramadı. Tüm bunlara itiraz edenler “dinsiz, inançsız, İslam düşmanı, katli vacip” hale getirildi. Niceleri bu uğurda şehit edildi, doğrularından ölümüne dönmedi. Kimileri hapislere tıkıldı, gıkını bile çıkarmadan “dünya hala dönüyor” dedi.
İşte bu tür davranışlar, özellikle dinci kanalda söz ve yeminin salt çıkar için kullanılır hale gelmesine ve şiddetle değer kaybetmesine neden oldu. Şimdi kimse kimsenin sözüne güvenemiyor, yeminini falan da takmıyor. Geldik bu güne!
Ekonomist biri dünya ekonomi kitaplarına girme düşüyle yeni bir şey icat ettiğini düşündü ve uygulamaya koydu. Dünyada örneği olmayan ve olamayacak bu dayatma sonucu ülke ekonomisi hızla çöktü! Ama “ben bilirim” diyenler ve sorgusuz ve sorumsuzca uygulamayı sürdürenler yüzünden battıkça battık. İnsanlar açlıkla boğuşmaya başladı, ülkede satılacak bir şey kalmadı, halen neler satıldığı bile bilinmiyor! Yarın elinde tapusuyla gelen biri “burası benim” derse gıkımızı çıkaramaz hale geleceğiz.
Anayasa ve demokrasi elbette canı istenince inilecek son durak, kullanılacak bir araçtı ve hızla yıpratıldı. Vatandaşın son güvencesi olan yasalar ve onları uygulayacak kurum ve kişiler hızla anayasayı da, yasaları da çiğnemeye başladılar. Adalete siyaset bulaşınca ortada adalet kalmadı. Vatandaş da çaresiz kaldı, güvendiği dağlara kar yağdı. Sözün ve memuriyete başlarken edilen o anlı-şanlı yeminin hiçbir değeri kalmadı. İçinde geçen “şeref” sizlere ömür…
İşte bu nedenle ortalık karmaşa içinde… Silah taşımak, bulundurmak ve canı istediği yerde kullanmak sanki serbest; bir hiç uğruna çekip başka birini öldürenler, çete kavgaları, mafyavari yaşama özenen kişiler ortalarda cirit atıyor! Bunlar aptal mı? Hayır, yaptıklarının yanına kaldığını göre göre cesaretleri artıyor, kullanılabilir malzeme haline geliyorlar. Kadınlar şiddetli bir baskı altında; neredeyse kadın olmak suç, gıkını çıkaranı öldürüyor, yaralıyorlar. Ülkemiz sadece şiddetin değil, gittikçe cesareti artan dincilerin elinde gibi… “Burası İslam devleti, şeriata uyacaksınız” dayatmaları her geçen gün artıyor. Yurt dışından gelen mi, getirilen mi milyonlarca kişi şimdi ülkemize sahip çıkıyor; bizler “anayurdumuzda sürgün” yaşıyor gibiyiz. Üstelik “bu daha başlangıç!”
Tüm bunlar yetkilerin tek bir kişiye verilmesi, denge ve denetleme mekanizmasının yok edilmesi sonucudur. Böyle bir yönetimde hak, hukuk, adalet aramak samanlıkta iğne aramak gibidir. Çözüm ise demokrasinin gerçek anlamda uygulanabileceği, çağdaş, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinde Parlamenter Demokratik Sisteme dönmektedir. Bu kavga insanların topluluklar halinde yaşamaya başladığı zamandan beri sürmekte, önümüze iyi ve kötü örneklerini bırakmaktadır. Bize de okuduğumuzdan, gördüğümüzden ve yaşadıklarımızdan ders almak ve gereğini yapmak düşüyor.