Demokrasi ile yönetilen ülkelerde, halkın kendini temsil etmesi için Meclislerine gönderdiği vekillerin temel görevi, halk adına ve ülke yararına “Yasama” yetkisini kullanmaktır. Bunlardan bir kısmı “İktidar” olarak ülkeyi vekaleten yönetir ve bunların yaptığına da “Yürütme” denir. Demokrasilerin olmazsa olmazı olan “Kuvvetler Ayrılığı” da bu iki güce “Yargı” eklenerek tamamlanır. Yani “Yargı-Yasama-Yürütme”, birbirlerinden güç alan üç bağımsız kuvvettir. Bu üçlü iyi çalışıyorsa o ülkede demokrasi vardır denebilir.
Bu tanımlardan “Yasama” halkın pek üzerinde durmadığı bir kavramdır. Çünkü “Yürütme” işini yapanlar zaten Mecliste sayısal olarak çoğunlukta olduklarından muhalefeti hep Yas’a boğarlar; çünkü parmak sayısının çok olmasını Yürütme en iyi araç olarak kullanır. Doğru ya; ne kadar çok parmağın varsa o kadar iyi Yürütürsün! Üstelik o çok sayıdaki parmak istendiğinde derhal “Yumruk” halinde birleşerek muhalefet yapanların cezasını oracıkta kesiverirsin, yani Yasama pek işe yaramaz!
İşte bu ikili kapıştığı durumlarda ortada demokrasi de kalmamış olacağından “Yargı” işe bulaşmaz, kıyıdan seyreder. Zaten Yargı’nın kendi baş ağrısı kendine yetmektedir! Üç “Yüksek Mahkeme” vardır ve bunlar da bağımsızdırlar. Anayasa’da açıkça belirtilen biri, yani “AYM,” “Danıştay” ve “Sayıştay"a göre bir adım daha öndedir. Onun vereceği kararlar tartışılamaz ve tüm kurumlar tarafından uygulanır der Anayasamız.
İşte sıkıntı da burada başlar; o tüm kurumların zorunlu olarak uyması gereken Yüksek Mahkemenin -galiba- 15 yargıcının 12’sini CB atamıştır! Kalan 3 üye de yaş haddinden emekli olduğunda yine CB, -yerlerini boş bırakacak değil ya-tamamlar. Aynı diğer mahkemelerde, hatta devletin neredeyse tüm kurumlarında, bağımsız ve tarafsız olan, aynı zamanda bir partinin de genel başkanı olan CB istediği atamaları yapar. Böylece başta Yargı olmak üzere atamalarımızın ne kadar isabetli olacağından kimsenin şüphesi yoktur.
Tüm bu büyük çabalara rağmen, bazen içlerinden işini Anayasa ve yasalara göre yapmaya yemin etmiş olduğunu unutmayan birkaç dinozor çıkıveriyor! Al başına belayı… O zaman tıkır tıkır yürüyen işler bozuluyor, haklı olarak da birileri kızıp “Ben AYM’ni tanımıyorum, saygı duymuyorum ve kararlarını da uygulamıyorum” diyor… E kardeşim, Hoca-Cemaat örneği; en baştakiler öyle deyince aşağıdakiler yaranma-yağlama yarışına girip “Ben de ben de” diye bas bas bağırıyorlar. Hatta desteksiz duramayanlar bile daha da ağırını söyleyebiliyor, “AYM ne iş yapar, bölücüdür, çıkarcıdır, taraftır, hükmü kalmamıştır, kapatılmalıdır” falan bile diyebiliyor.
Gelelim işin başına; Mecliste varlığını Yürütme sayesinde sağlama alanlar, Yasama alanında istediklerini yapmayan muhalifleri kadın-erkek demeden iyice Yasadılar dün… Ellerinde bu konuda çok yetenekli vekilleri var! Bakıyorsun geçen dönem mecliste etliye-sütlüye karışmadan, hatta kavga olacağı günler hariç meclise de uğramayan iri yarı birileri varmış. Hiç iş yapmadan maaşını tıkır tıkır alan bu kişiler ikinci dönem özellikle yeniden seçilmişler! Demek ki işlerinin hakkını vermişler, başka ne denir? Dün de verdiler yani; naklen gördük!
20 yıldır tek başına iktidar olup en iyi Yürütme’yi yapan iktidardakiler, yumruk, pardon, parmak çoğunluğu kendilerinde olduğu halde neden planlı bir şekilde muhalif döver ki? Zaten 20 yıldır muhalefetin tek bir önergesini parmak kuvvetiyle kabul etmediği düşünülürse niye kavga çıkarırlar? İşte sorun bu!
Çünkü mecburlar! Ekonomistlik taslamalar çoktan bitti, ekonomide öyle bir konu olmadığını öğrendiler, kanıtı ülkenin batmasıydı. Kendi kalelerinde halk çay, buğday, fındık, domates, patates, miting üstüne miting yapıyor! Sıkıysa gitseler ya o mitinglere, halkı sakinleştirip istediklerini tartışsalar ya; yemiyor! Ok çoktan yaydan çıktı, artık dönülmez akşamın ufkundalar… Anketler taban yaptıklarını gösterdikçe hırsları artıyor ve saldırıyorlar. Amaç bunları gündemden düşürmek; halka halen teldeki cambazı gösteriyorlar ama halkın gözü açlıktan, yoksulluktan, borçtan, yarına umutsuzluktan, verilen sözlerin yapılmamasından görmüyor artık…
Sırtlarını dayadıkları bir avuç yandaş zenginleri halen korumaktan da geri durmuyorlar. “Devletin cebinden bir kuruş çıkmayacak” diye yolcusu olmayan, ama bizim vergilerimizden her yıl gerçekten kuruş değil, ama milyarlar ödenen ve yıllarca da ödenecek olan “Zafer Havaalanı” örneği yetsin anlayana… Savurganlığın bedelini nasılsa biz ödüyoruz!
İşte böyle dostlar; ay sonunu nasıl getireceğini kara kara düşünen emekliye helalinden adadıkları ‘Emekli Yılı’mızın şerefine, Millet Bahçelerinde yatıp yuvarlanıp bedava çay ve kekin yanında, şimdi tatillerde şezlong ve şemsiye de bedava yapıldı. Bizim gibi muhaliflere yaranmak zor; eleştirip duruyoruz, siz siz olun, kıymetini bilin Yürütme’nin…
Aaaa; cambaza bakın….