Türkan DİNÇER

Türkan DİNÇER

AÇIK KAPI
[email protected]

Her Canlının En Doğal Hakkıdır Yaşamak

05 Ağustos 2021 - 11:57

“Pandemiyi müsilaj, onu sel ve yangın takip etti. Depremler sıklaştı. İnsan psikolojisi hiç bu kadar bozulmamıştı. İntihar ve birbirini gırtlaklama tavan yaptı. Ekonomik krize bunlar da eklendi ve ülke kaynama noktasına geldi. Yetkililer istediği kadar görmezden gelsin bu gidiş gidiş değil ve bir sonu olacak! Yangınlarda örgütlenen, bir araya gelen, anında görev alan insanlarımız hepimize umut olsun. Zor oyunu bozacaklar” diyor Banu Avar
Banu Avar’ın söylediği tüm sözlere katılıyorum. Bu böyle gitmez biliyorum ama nerede durulacak onu bilmiyorum. Bir buçuk yıl önce Corona denen virüs tüm dünyayı etkisi altına alarak yüz binlerce insanın ölmesine neden oldu. Bu virüsten ülkemiz de nasibini aldı. Henüz corana dan kurtulamadan, Marmara denizinde “deniz salyası” Müsilaj, biyolojik ve kimyasal birçok koşulun bir araya gelmesiyle oluşan, bitkisel canlıların aşırı çoğalması, deniz sıcaklığının yükselmesi ve buna bağlı olarak bakteriyel aktivitelerin artmasıyla oluşan sümüksü, yapışkan bir yapı. Müsilajın nedenleri mevsim sıcaklıkları, akıntı, tuz seviyesi, kirlilik vb. birçok farklı etken vardır.”
Deniz salyasının nasıl yok edileceğine dair çalışmalar yapılırken, Rize ve Artvin’de yaşanan sel felaketi ile hepimizin yüreği yandı. Dere kenarlarına kurulan yerleşim yerleri, doğanın rant için yok edilmesi sonucunda altı insanımızı ve onlarca hayvanımızı kaybederken, milyon dolarlık maddi hasarlar oluştu. Ülkemiz insanı Sel felaketinin bıraktığı yaraları sarmak için el ele verirken AKP genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Artvin Arhavi sel bölgesinde yaptığı konuşmada “Tabii ki felaket, bir imtihandır. Ama ona sabretmek o da ayrı bir imtihandır” diyerek halkın doğal afetlere karşı sabır göstermesini istedi. Fakat hiç kimse AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a “evet doğal afetler dünyanın her yerinde vardır ama hiçbir ülke, afetlerin olacağını bile bile doğa ile oynamaz, ağacını kesip, beton yığınlarının olmasına izin vermez” diyemedi. Herkes suskun, herkes başına gelenlere rıza göstermiş, hiçbir sorumlu, her felaket sonrasında olduğu gibi yine sorumluluğu almamış ve tüm sorumluluk doğa olaylarının üstüne yıkılmıştı. Çayın merkezi olan Rize de de halka çay dağıtması ülke genelinde tepkilere neden olurken, mitinge gelen Rize halkının dağıtılan çayları hiç itiraz etmeden alması çoğumuzu şaşırtmış, bu manzarayı gördükten sonra çok sevdiğim ve günün her saati içtiğim çayı içmekten vazgeçmem gerektiğini hissetmiştim.  19 Temmuz 2021 tarihinde yazdığım “Yaşadığımız Coğrafya kaderimiz midir?” sorusunu yeniden sorduğum da kendime kardeşimin söylediği “Yaşadığımız coğrafya bir kader değildir. Kadere boyun eğecek şekilde yetişmiş olmak ve kadere boyun eğmek kaderdir” sözünün gerçekliğinin ne kadar doğru olduğunu daha iyi anladım.
Henüz sel felaketinin yaraları sarılmadan 28 Temmuz'da Antalya'nın Manavgat ilçesinde başlayan ve aynı günde 26 ilde çıkan 98 yangın felaketi haberi ile ormanlarımız, o ormanlarda yaşayan tüm canlılarımız, tarım arazilerimiz gibi koskocaman ülke yanıp köle döndü. Oralarda olup hiçbir şey yapamamanın çaresizliği içinde gökyüzüne ulaşan dumanları, yanıp köle dönen ağaçları, kömüre dönüm hayvanları, insan çığlıklarını filim izler gibi izledik. Ormanlar yanarken. Türk Hava Kurumu (THK) Kayyum Heyeti Başkanı Cenap Aşçı’nın CNN Türk canlı yayınındaki telefon bağlantısında “Bu akşam bir özel durumum vardı, çocukluğundan beri büyüttüğümüz bir kızımızın düğünü vardı oraya gitmek durumunda kaldım" ifadelerini duyduğumuzda söyleyecek hiçbir sözümüzün olmadığı Kanaat’ına varırken, atalarımızın söylediği her sözün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha görüp, birileri çıkıp da THK’MU kayyum başkanına  Franklin Roosevelt’in söylediği  "Bir ulusun uygarlık düzeyi üzerinde yaşadığı toprakları ağaçlandırmasıyla ölçülür." Sözünü hatırlatmaması, ormanlar yanarken düğünde olmanın hesabının sorulmaması, görevlilere sorumluluğunun üstlenmesinin sağlanmaması, yangınları söndürmek için CHP’Lİ belediye başkanlarının uçak kiralamak isteyip kiralayamaması, yangınlara müdahale edilmesi için alınan uçakların kullanılamaz olduğu savı ortaya atılarak hangarlarda bekletilmesinin hesabının sorulamaması çok çok üzücü idi.
Bu kadar çığlık ve acı içinde, AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yangın söndürmek için bulunamayan ama sarayda on üç tane olan uçak ile Yangın bölgesine gidip, ayağını havadan helikopter ile felaketin sonuçlarını değerlendirip, yere indiğinde, Rize de yaptığı gibi halka çay paketi atması bir kez daha nasıl bir ülkede yaşadığımızı düşünmemize neden oldu. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanının yangın bölgelerinde çay paketleri dağıtmakla ne kadar hatalı davranış sergilemiş ise, o çayları alanlar da o kadar hatalı davranmıştır. Çünkü çay demleyip içmek için dört duvar, o duvarların içinde tüplü ya da gazlı ocak, o ocağa konacak çaydanlık, çaydanlığa konacak su, çay doldurulacak bardak, çaya katılacak şeker, çayı karıştıracak kaşık, oturabileceğiniz sandalye ve keyif alınabilecek bir doğa manzarası olmalı ve bunları hatırlatmak da o çayları hiç sorgulamadan alanların görevi olmalı idi.  
Ormanların neden ve nasıl yandığını, nasıl ve kimler tarafından yakıldığını bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey var. Manavgat’ta 2007 yılında yanan orman arazisine ağaçlandırma olacak denmesine rağmen otel yapılmasını sorgulayabilir miyiz derken, AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan “Yanan her yeri daha fazlasıyla tekrar ağaçlandırmak en başta gelen görevimizdir. Anayasa'ya göre yanan alanlar başka amaçla kullanılamaz, tekrar ağaçlandırılır. Türkiye'nin orman varlığını artırmış bir yönetim olarak, yanan her yeri daha fazlasıyla tekrar ağaçlandırmak en başta gelen görevimizdir." (Ki verilen hiçbir sözün tutulmamış olmasını bilmemize rağmen) belki bu defa sözler tutulur dediğimiz an;
7334 sayılı “Turizmi Teşvik Kanunu ile bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu kanunun 1. maddesi “d” fıkrasına göre “Kültür ve Turizm gelişme Bölgeleri dışında kalsa bile” orman arazileri “kamu yararı” kapsamına alınarak turizm yatırımcılarına açılabilecek. “Yeri, mevkii ve sınırları Cumhurbaşkanı kararıyla tespit ve ilan edilecek bu alanlardaki bütün devlet taşınmazları da turizm kapsamına alınabilecek.” denilen madde tam da orman yangınlarının başladığı 28 Temmuz 2021’de Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.  Bu kanuna göre bütün yerel yönetimler devreden çıkartılarak tüm yetkiler Turizm bakanlığına ve Cumhurbaşkanına verildi. Yürürlüğe giren kanun ile, Cumhurbaşkanının söylem ve eylemlerinin bu kadar farklı olması düşündüklerimizin doğruluğunu kanıtlar nitelikte olmuştur. Tek dileğim İktidar partisi ve onunla birlikte hareket eden MHP bu yanlıştan bir an önce döner. Yoksa nefes alacağımız, hayvanlarımızın barınabileceği hiçbir ormanımız, gölgesinde serinleyebileceğimiz tek bir ağacımız olmayacak beton yığınlarından başka.
Ve Sait Faik Abasıyanık’ın dediği gibi “Bu şehir (ben buraya bu ülke diyorum) laubaliliğin, kötülüğün, ikiyüzlülüğün kaynaştığı bir şehir. İyi insanları yok mu? Dolu. Ama nasıl çekilmişler, nasıl ürkmüşler, nasıl kapanmışlar bir yere? Neredeler?” diyerek iyi insanları arıyor, Banu Avar’ın dediği gibi “Yangınlarda örgütlenen, bir araya gelen, anında görev alan insanlarımız hepimize umut olsun. Zor oyunu bozacaklar “sözlerinin bir an önce gerçekleşmesini diliyor, yeşil ve mavinin dansa durduğu bir Türkiye’nin hayalinden asla vazgeçmiyorum ve vazgeçmeyeceğim.
Saygı ve sevgi ile


 
    

 

Bu yazı 853 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum