Türkan DİNÇER

Türkan DİNÇER

AÇIK KAPI
[email protected]

Bizim İnancımız Taliban inancı ile aynı değildir

29 Temmuz 2021 - 10:53

Sabahın ilk ışıkları ile “haydi kalkın bugün Kurban Bayramı. Bayram namazına gidiyoruz” diyen bir ses yükselirdi iki katlı, bir tarafında dedemin kardeşi ve ailesi, bir tarafında dedem ve ailesinin oturduğu ağaçtan yapılmış sıcacık evimizde. Aynı merdivenler, aynı hol kullanılır, aynı yürek çırpınışları yaşanırdı, ayrılmış olan yalnız odalardı.  
Bir hafta önce başlardı bayram hazırlıkları. Her iki ailenin bütün fertleri, gürül gürül akan pınarın önünde ateşler yakar, taştan yapılmış sacayaklarının üstüne kazanlar kurulur, sular kaynatılır Arap sabunu eşliğinde evin her köşesi kaynar su ile yıkanır, sıra çamaşırlara gelir, köyün kadınları imece halinde birbirine yardım ederek işlerin bitmesi için çalışırlardı. Arife gününde annelerimiz kara taş fırınları yakar, ilk önce bayram sabahı mezarlıkta kesilip dağıtılacak olan Ziyratlar (büyük tepside yapılan ekmek. Özel olarak mayalanıp, bayram günü mezarlık ziyaretinde evlerden götürülen ekmekler büyük dilimler halinde kesilip gelen kişilere dağıtılır) pişirilir, ardından küçük ekmekler ve tepsilerle nokullar yapılırdı. Arife günü köyün her tarafına ekmek ve nokul kokuları yayılır, çıkan ilk ekmekler ve nokullar çocuklara dağıtılırdı. Aslında çocuklar için bayramlar arife günü başlardı. Akşam olduğunda bayram sabahı giyeceğimiz esvaplarımızı baş ucumuza koyar, sabahın ilk ışıkları ile dedemin seslenmesi ile hepimiz yeni esvaplarımızı giyer, bayram namazına gidenlerin dönmesi beklenir, bayram namazına giden büyüklerimiz döndüğünde sıra ile ellerini öper, bayram şekerlerimizi alıp, kahvaltımızı çabuk çabuk yapar, heyecanla köydeki bütün evleri ziyaret eder, beklemediğimiz kadar şeker toplar evlerimize dönerdik. Evlerimize döndüğümüzde kurban edilecek olan koçların ve danaların hazırlanmış olduğunu görürdük. Dedem hiçbir şekilde çocukları kurbanların yanına yaklaştırmaz, hepimizi evden uzaklaştırır, kesim işi bittikten sonra gelmemizi söylerdi. Biz de onun sözünü dinler hiçbir şekilde kesilen hayvanları görmezdik. Fakat ben meraklı bir çocuktum. Dedem bana hiç azarlamadığı için sorularımı rahatça sorar sorduğum her soruya cevap alırdım. “Dede” dedim “neden bizi yaklaştırmıyorsun kesilen hayvanların yanına?” dedem “siz küçüksünüz, bir hayvanın kesilmesini görmeniz farkında olmasanız da sizi çok etkiler, uyku uyuyamaz, korkarsınız. Onun için küçük yaşta görmeyin bunları, büyüyünce zaten göreceksiniz” derdi. (Ben bu yaşımda tavuk haricinde hiçbir hayvan kesimini gözlerimle görmedim ve görmeyi de istemem.)
Biz çocuklar her şey hazır hale getirildikten sonra dönerdik evlere. Ellerimize birer kese kâğıdı verilir, ihtiyaç sahiplerine kurban paylarını dağıtır, işimiz bittiğinde eve döner, saçta yapılan kavurma ile karnımızı doyururduk. Büyüklerimiz olduğu için ziyaretçiler hiç bitmez, özlediğimiz yakınlarımızın ziyaretleri ile özlem giderir, bir iki gün bayramın tadını çıkartırdık. Bayramı bayram gibi yaşar, bittiğinde yine eski rutin halimize döner, bir dahaki bayramın çabuk gelmesini dört gözle beklerdik.
Artık çocuk değiliz hepimiz büyüdük ama dedelerimizin bize doya doya yaşattığı bayramları biz çocuklarımıza, torunlarımıza yaşatamamanın hüznünü geçirdiğimiz her bayram günlerinde çok daha iyi anlıyoruz. Artık kapılarımızı çalıp şeker ve harçlık isteyen hiçbir çocuk yok. Yalnızca kardeşlerimiz, çocuklarımız, torunlarımız geliyorlar ziyaretimize. Onların gelişleri büyük bir mutluluk olup, özlem ve hasreti bir nebze olsun giderebilme telaşına düşüyoruz. Birlikte olmak ve birlikte bir şeyleri paylaşabilmenin güzelliğini yaşarken hayatımızda olan eksikliklerin de farkına varıyoruz. Her bayram olduğu gibi bu bayram da köyde doğup, köy hayatının her anını birlikte yaşadığım kardeşim ile sohbetimizde eski günleri özlediğimizi fark ediyor, bugüne baktığımızda büyüklerimizin söylediği “nerede o eski bayramlar?” sözünü gayri ihtiyari biz de söylüyoruz.
Sohbetlerimiz dönüp dolaşıp kadınlar ve çocuklar üstünden yapılmak istenen siyasete, kurulmak istenen baskılara geliyor.  Dedelerimiz çocukların korkacağını düşünerek hayvanların kesilmesini dahi izlemesine izin vermezken, şimdilerde bırakın hayvanların, ağaçların kesilmesini ve yok edilmesini, kadınların hunharca katledilişini, parçalara ayrılıp, her parçasının torbalara konularak çöplüklere atılışlarını, Afganistan'da yeniden güçlenen Taliban’ın el kol kesmelerini duyuyor, kadınların her türlü özgürlüklerinin ellerinden alınmasını okuyor hepimiz kahroluyor ama hiçbir şey yapamamanın acısını yaşıyoruz. 
Türkiye’nin inancı Taliban inancıyla tamamen terstir.
Cumhur başkanı ve AKP genel başkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan Brüksel'deki NATO Zirvesi'ne katılmadan önce, "Türkiye, Afganistan'daki durumu düzgün bir şekilde yönetebilecek tek güvenilir ülkedir” diyerek Türkiye'nin Kâbil havaalanını koruma talebini dile getirmesi ve ardından “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Daha iyi anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum” sözleri bu ülkede yaşayan ve laiklik ilkesinin asla vazgeçilemez olduğunu bilen milyonlarca binlerce insan gibi beni de şoka uğrattı. Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman Taliban inancı ile aynı inancı taşımadı ve taşımayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan hiçbir birey Taliban inancının yerleşmesine müsaade etmeyecek, kazanılmış olan haklarına sonuna kadar sahip çıkacaktır. Evet ülkemizde insan haklarına aykırı inancı yerleştirmek isteyen yüzlerce tarikat, cemaat ve o oluşumlara inananların da var olduğunu biliyoruz. Fakat bu oluşumlara inanmayanların, onların bu inançları ülkemize getirmek isteyenlerden çok daha fazla olduğunu da biliyoruz. Kendi düşüncelerini din olarak sunanlara söylemek isterim ki;  
“Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasde ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz.” Sözlerini bir kez daha hatırlatmak isterim.
Bu ülke din kisvesi altında, kendi düşüncelerini, kendi yaşam biçimlerini zorla a da söylemleri ile milyonlarca insana kabul ettirmiş dincilerden çok çekti. Hiçbir kişinin aynı zorlukları, aynı baskıları, aynı esareti yaşamak isteyeceğini hiç sanmıyorum.  Önce bu esarete kadınlar ayağa kalkacak, Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN kendilerine verdiği haklara canları pahasına sahip çıkacak, insan olmak ve insanca yaşam isteklerini yüksek sesle seslendirecekler; Yine Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN
“Ben, manevi miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevî mirasçılarım olurlar.” Sözlerini nefes aldıkları her gün kıllarına yazacaklardır. Çünkü BİLİM ve AKLI her zaman ön planda tutup, hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kuralları kabul etmeyeceklerdir. Türkiye Cumhuriyeti Laik tir ve laik kalacaktır. Laikliğe de KADINLAR sahip çıkacaktır.

 

Bu yazı 833 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum