Türkan DİNÇER

Türkan DİNÇER

AÇIK KAPI
[email protected]

ALABİLİYOR MUSUNUZ ÖZGÜRLÜĞÜN KOKUSUNU?

20 Mayıs 2021 - 17:13

Bugün yine harflerime kelepçe vuruldu. A dan Z ye hatta X VE Q harflerini bile yan yana getiriyorum ama hiç birisi tek kelime olmuyor. Kelime olanlar da yan yana gelince cümleler yarım yamalak, öksüz ve yetim kalıp, küçük bir çocuğun konuşmaya yeni başlaması gibi anlamsız sesler çıkartıp, söylediğim her şey karmakarışık oluyor. Düşünceler çekirge gibi ortadan oraya zıplayıp duruyor ve ben hiçbirini yakalayamıyorum. Hani diyorlar ya “çekirge bir sıçrar iki sıçrar sonunda yakalanır” diye benim çekirgelerim binlerce olduğu için ne kadar uğraşsam da yakalayamıyorum.
Ama yine de “nerede o eski bayramlar?” sorusu ile başlayayım değil mi? Çünkü bu soru cümlesi bir kalıp ve bu kalıp, yaşlandıkça ve bugünümüzden beklediğimizi bulamayıp, geçmişe özlemimiz çığ gibi büyüdükçe aynı kalıplaşmış soru cümlesi aklımızın bir yerine oturup düzgün cümle oluveriyor. 2020 Mart ayında başlayan salgın, 2021 Mayıs ayı gelmesine rağmen hiç azalmadan devam ediyor. İki yıldır gerek milli bayramlarımız ( Milli bayramlarımıza yasaklar getirilmişti)  gerek dini bayramlarımız salgın dönemine denk geldi. Yavaş yavaş türlü bahanelerle yerine getirme istemediğimiz geleneklerimizi iki yıldır tamamen kaybettik. Ne sokağa çıkabiliyoruz ne büyüklerimizi görüp onlara sarılabiliyoruz. Hep uzaktan bakıyor, el sallıyoruz birbirimize. Özlem hat safhada. Çünkü bizim jenerasyonumuz dokunmadan, sarılmadan, gözlerimizin içine bakmadan, tokalaşmadan durabilen bir jenerasyon değil. Duygusal zekamızın dokunma, sarılma olduğunu gösterdi bu salgın bize. Her şeye rağmen yine de bayramınızı en içten dileklerimle kutluyor, küçüklerimin yanaklarından, büyüklerimin ellerinden sevgi ve saygı ile öpüyorum. (Maske, mesafe, hijyen diyerek ve tabi ki yine uzaktan) 
HELALİK                                                            
AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan “Sanayi üretimi ve ihracat rakamları her ay yeni rekorlar kırarak olumlu yönde ilerliyor. Kısıtlamalardan etkilenen esnaflarımızın bir kısmı ile turizm sektörümüze de bu zor dönemde ayakta kalabilmeleri için her türlü desteği vermenin gayreti içerisindeyiz. Buna rağmen sıkıntıya düşen insanlarımız, esnafımız, çalışanımız olduysa hepsinden helallik istiyoruz” sözü hepimizi şaşkına uğrattı ve topluma “gidiyorlar mı acaba?” sorusunu sordurdu. Fakat Cumhurbaşkanının bu sözü söylemesine hiç gerek yoktu. Geçmişte “Bu hain (FETO için söylemişti) örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsü içerisindeyim. Rabbim de milletim de bizi affetsin.” dediğinde af ettikleri gibi, gelecek günlerde, salgın döneminde alamamış oldukları yardımları unutup, af edecekler, içine düştükleri zor durumu unutup, gelen küçücük yardımlarla, şikâyet ettikleri her kararı onaylayıp, yine peşinizden gideceklerdir diye düşünürken çok sevdiğim ve her kitabını okuduğum değerli yazarlarımızdan sayın Zülfü Livaneli bir yazısı geliyor aklıma. Diyor ki Sayın Zülfi Livaneli; “Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir. Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığının Anadolu Müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden kente göçle başlayan ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lümpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu.” Evet ne kadar doğru bir tespit değil mi? Sorun kimin gidip gitmemesinde değil sorun biz halktadır.
 Çünkü halkın yarısı, bir yerlere sırtını yaslayıp, çalışmadan, çaba serf etmeden, günlük yardımlarla hayatını idame ettirmeye o kadar alıştırıldı ki; çevresinde olup bitenleri görmüyor, yanlışlara karşı çıkmıyor, ispiyonculuğu “Oysa bizim ahlak anlayışımız ispiyonculuğu insanlık dışı kabul eder” meslek haline getirip karşı çıkanları hukuk ve polis gücü ile susturuyorlar. Bırakın eylemi, düşünmenin bile hakaret kabul edildiği dönemleri yaşıyoruz. Söylediğimiz sözcükler gerçek anlamından çıkartılıp “o öyle demek istemiştir?” savı ile yüzlerce insan yargılanıp mahkûm oluyor. Üç beş müteahhide tanınan haklar hiç kimseye tanınmıyor, üç beş yerden maaş alıp, zenginlik içinde yüzenlere tanınan haklar hiçbir gencimize tanınmıyor.  Genç işsizlik çığ gibi büyürken hiçbir göz onları görüp, hiçbir yürek onları duymuyor. Emekli, İşçi, Memur, asgari ücretli açlık sınırının altında ücretler alırken “nasıl geçinecekler?” diye sorulmuyor.  Ağacına, suyuna, ormanına, deresine sahip çıkan insanları marjinallikle suçlayan bakanlara gerekli tepkiler verilmiyor. Kadın hakları için İstanbul sözleşmesine ilk imzayı veren ülke olmamıza rağmen “İstanbul sözleşmesinden çekildik” sözüne itiraz eden kadınların sesi duyulmuyor. Eğitim almak isteyen ama imkânsızlıklar nedeni ile eğitim alamayan çocukların sesleri kısılarak, karanlık bir geleceğe emanet ediliyor.  Halk yokluk içinde savaş verirken, yine adı belli beş müteahhidin, iş adamının cezaları af edilip, gelirlerine gelir eklemeye devam ediyor.  O da yetmiyor daha çok kazansınlar diye bayram gününde dahi ağaçlar kesilmeye devam ediyor. Tarikat yurtlarında taciz edilen çocuklara değil, tacizcilere sahip çıkılıyor. En güzel tatil beldelerinde çevre talan edilerek saraylar yapılmaya devam ediliyor.  Cumhuriyet döneminde yapılan tüm fabrikalar, kurtuluş mücadelesi vererek aldığımız tüm topraklarımız parsel parsel yandaş ve yabancılara satılıyor. Çevre Bakanı: "Yabancılara son 5 yılda 18,5 milyon metrekare arazi satıldı" Kanal İstanbul sevdası nedeni ile Dünyanın kalbinin attığı İstanbul yok olmakla karşı karşıya bırakılıyor. Sayın Cumhurbaşkanım hangi güzel olay nedeni ile hakkımızı helal edeceğiz söyler misiniz bize? Açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edildiğim için değil (bir vekiliniz Kuru ekmek yiyorlarsa aç değillerdir demişti” nasıl olsa kuru ekmekle de karnımız doyuyor sırf doğamızın yok edilmesine izin verdiğiniz için hakkımı helal etmiyorum
Bu halkı yönetmeye talip olmuş tüm siyasilere sesleniyorum.   “Pardon Hata Yapmışız.”  İşte bu iki kelime ile özetleniyor hayatımız. Ne özgürüz ne tutsak. Ne kendimiz olabiliyoruz ne bir başkası. Ne konuşabiliyoruz ne de konuştuğumuz zaman anlayabiliyoruz birbirimizi. Düşüncelerimiz kelepçeli çünkü. Daha fazla geç kalmadan tutsak etmeyin özgür bırakın düşüncelerimizi ve mahkum edin ispiyoncu yüreksizleri.  

Özgürlüğün rengini bilen var mı, ya da kokusunu algılayabilen ar mı aranızda? Gökyüzüne çevirsek başımızı, tutsak almıştır bulutlar gökyüzünü, gizlemiştir maviliği. Enginlere dalsak kirlenmiştir dipler, bulup çıkartamayız inciyi.  Elimizde kalan bir avuç topraktır o da başkalarına ait oldu şimdi.
Susmak çığlığın en büyüğü derler. Oysa susmak tutsak olmanın bir başka adı değil mi?

ÖZGÜRLÜĞÜN RENGİNİ, KOKUSUNU hissedip ayırt edebilecek nesillerin çığ gibi büyümesi, ADALETİN tüm canlı cansız varlıklar için gerekli olduğunun bilincine varılması dileği ile BİR AVUÇ MAVİ, BİR PARÇA YEŞİL, BİR FİSKE TOPRAK gönderiyorum ÖZGÜRLÜĞÜN KOKUSUNU alan yüreğimden yüreğinize. Sevgiler her birinize.
 

Bu yazı 808 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum