Üzerinde yaşadığımız vatanımız Anadolu topraklarının yüzyıllardan bu yana tarihin her döneminde savaşlar, çeşitli mücadeleler ile bunlara bağlı sürgünlere ve göçlere tanık olduğu bilinmektedir. O dönemlerin tarihsel koşulları dâhilinde; Orta Asya’dan kopup gelen biz Türklerin; Roma’nın Anadolu’daki devamı olan Bizans Devleti ile giriştiği mücadeleler ve 1071 Malazgirt Savaşı sonrası elde edilen büyük kazanımla, batının Anatolia diye adlandırdığı bizim ise çok güzel ve anlamlı bir ifadeyle Anadolu olarak tanımladığımız topraklar, Anadolu Selçuklu Devleti’nin hükümranlığı ile birlikte öz vatanımız olmuştur.
**
Sonrasında; Anadolu’da Selçuklu mirası üzerinden doğup, büyüyerek gelişen Osmanlı Devleti ise Anadolu topraklarının sınırlarını da aşarak, başta Balkan ülkeleri olarak bilinen coğrafya olmak üzere Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı da içine alan bir alanı hâkimiyet altına almakla dönemin dünya imparatorluğunu oluşturmuş ve uzunca süre bu hâkimiyetini devam ettirmiştir.
**
Ancak, Osmanlı Devleti’nin gücünün sona ermiş olduğu sonbaharında, tarihsel gerçekler ışığında bir sarsılma ve kaybediş sürecine girilmekle birlikte büyük kayıplar ve tarif edilemez acılar yaşanılır. Bağımsızlık ve milliyetçilik adına Osmanlı topraklarında 1821 yılında Dönemin yabancı ve ayrılıkçı güçlerince fitili ateşlenerek başlatılan Yunan ayaklanmaları ile birlikte sonrasında bu hareketin devamı, ardı sıra gelen ayrılıkçı hareketler ve 1912- 1913 yıllarında yaşanılan Balkan Savaşları sonucu Rumeli olarak adlandırdığımız topraklar kaybedilir
**
Devamı süreçte ise; Rus milliyetçiliği ve yayılmacılığına bağlı olarak Kırım’da ve Kafkasya’da Türk/Müslüman halka yönelik olarak uygulanan kıyım ve yok ediş hareketleri asla unutulamayarak acılarımızı derinleştirir. Neticede; belirtilen bölgelerde yıkım ve yok edilişe maruz kalan Türk kökenli Müslüman halk, ölüm ve sürgünle yaşamış oldukları toprakların zorla terk ettirilmesiyle göç etmek durumunda kalır. Yaşanılan bu acı gerçekler neticesinde ise; tek çare doğal olarak Osmanlı Devleti’nin himayesine sığınmak, kurtuluş ve özgürlüğü öz vatanları olan Anadolu topraklarında bulmaktır. Öyle de olur. Osmanlı Devleti ise yaşamakta olduğu en güç koşullarda bu göç akınını imkânları dahilinde en iyi şekilde karşılayıp, vatan toprağını onların yerleşime açmakla en büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bu asla yadsınamayacak bir gerçektir.
**
Benzer durum yakın tarihimizde de yaşanmıştır. Bulgaristan’da ikamet eden Türk kökenli azınlığa karşı 1984 tarihinde Todor Jivkov başkanlığındaki komünist yönetimce başlatılan asimilasyon politikası neticesi ağır baskı ve işkencelere maruz kalan binlerce soydaşımız yerlerinden edilerek 1989 yılında Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Bu göç dalgası kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Devleti soydaşlarımıza karşı gereken her türlü yardımı yaparak şefkatini göstermiştir.
**
Dönemin gerçeklerine bağlı olarak; göç hareketleri ve göçmen olgusunun her zaman olduğu üzere siyasal ve sosyal olarak günümüzde de farklı özellik ve boyutlarda devam ettiği görülmektedir. Bu anlamda, ülkemizin son süreçte yaşadığı ve rahatsızlık boyutuna ulaşmış olan; başta sınır komşumuz Suriye ile sınırlarımızın çok çok ötesinde Afganistan, Pakistan ve diğer ülkelerden çeşitli yollarla gelerek ulusal sorun yaratan göçmenler, zaten fazlasıyla sorunları olan ülkemizin gündemini de gereksiz yere fazlasıyla işgal etmektedir.
**
Son süreçte ülkemiz ve bölgemizde yaşanmakta olan göç hareketlerinin arka planı incelendiğinde ise; başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere emperyalist ve bozguncu batı ülkelerinin sinsi plânları kapsamında uygulamaya konulan ve ne yazık ki ülkemiz siyasi aktörlerinin de gönülden desteklemiş olduğu o meşhur ‘’ Büyük Ortadoğu Projesi ‘’ kapsamında yürütülen bölgesel savaşla ortalığın karıştırılması neticesinde olan gündelik yaşantısını sürdürmekteki sivil halka olmuştur. Bu mağduriyete maruz kalarak olumsuz etkilenen Suriye halkı bilinçli bir şekilde yerlerinden edilerek ustaca bir plânla Türkiye sınırına itilerek göçe zorlanır ve sınırlarımızın açılmasıyla devamı eden süreçte, dalgalar halinde gelen Suriyeli mültecilerin sayısı milyonları bulmuştur. Sorun sadece Suriyeli göçmenler de değildir. Sırada Afganistan, Pakistan ve diğerleri de bulunmaktadır. Hepsinin de ideal göç hedefi nedense Türkiye’dir….
**
Hadi mağduriyetlere maruz sınır ve Müslüman komşumuz Suriye halkının sorunlarını anlayıp kabul ettik diyelim…. Diğer taraftan, Taliban mezaliminden kaçıyoruz gerekçesiyle; öncelikle kendi sınırlarına komşu ülkelere sığınmaları gereken eli ayağı tutan Afganlıların, onca ülkeyi geçip 3 bin kilometreyi atlayarak Türkiye’ye sığınmaları ve burada konuk edilmeleri ne iştir ?
**
Diğer taraftan bunun bir de ekonomik boyutu vardır. Zaten kırılgan durumdaki ülkemiz ekonomisinin milyonlarca göçmenin barınmasını karşılayacak gücü nereye kadar yetecektir? En önemlisi de iç güvenlik sorunudur. Ne oldukları belirsiz mülteci takımı ülkenin her yanında cirit atmakta bir taraftan da üremeye devam etmektedirler. Bazı yerleşim merkezlerindeki Suriyeli sayısı Türk nüfusunu geçmiş durumdadır. Bu endişe vericidir.
**
Uygulanan bilinçli politikalar neticesinde tüm bu yaşanılanların sadece insani yaklaşımların ürünü olamayacağı, arka plânda ülkemiz aleyhine farklı sinsi politikaların olduğu düşüncesi ağır basmaktadır. Bu kapsamda, sessiz ve sinsice uygulanan plânlar dâhilinde; birbirinden farklı ülkelere ait, hiçbir ortak kültürümüz ve paylaşımımız olmayan kişilerden oluşan milyonlarca kişinin mağdur sığınmacılar adı altında bir virüs gibi içimize sokularak ayrılıkçı bir nüfus politikası ve işgalle Türkiye’nin yeni bir kaos ortamına sürüklenmeye çalışıldığı gelmektedir akla. Teselli adına inşallah yanılıyoruzdur diyelim…