Çetin TEK

Çetin TEK

BENİM KALEMİMDEN
[email protected]

SİNOP HAPİSHANESİ VE SABAHATTİN ALİ

19 Aralık 2023 - 12:15 - Güncelleme: 21 Aralık 2023 - 16:07

Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi taş odalarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasından yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle gözlerini kırparak bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı.
Altmışa yakın öykü yazan Sabahattin Ali, 1936 yılında yazdığı ''Duvar'' adlı öyküde tutukluluk günlerine döner. Fakat benim kaldığım hapishanede her şey, her ses hürriyeti gözlerin önüne kadar getirmek, sonra birdenbire çekip götürmek için yapılmış gibiydi. Surların üstünde büyüyen ufak ağaçlar, yosunlu taşlardan aşağı sarkan çiçekler, bir bahar havası içinde eli kolu bağlı olmanın bütün acılarını içime dökerdi. Uçsuz bucaksız gökte bir kuğu gibi ağır ağır yüzen bulutlar benden bir teselliyi unutmayı alırlardı.
Duvar, Sabahattin Ali'ye  kır saçlı bir mahkumun anlattığı yarı kalmış bir firar hikayesidir. Aslında öykü, Duvar ya da duvarları anlatır, duvarla başlar ve duvarın içinde trajik bir biçimde sonlanır. Geridekilere kalan ise yaşama sevincidir.
Avlunun dört tarafını çeviren surlar kara tarafından kalın ve birbiri arkasına bir kaç tane idiler. Bir zamanlar burası Şehrin iç sarayı imiş ve şimdi sarı yüzlü, sakallı ve dünyadan uzak zavallıların dolaştığı bu bahçede asırlarca önce genç cariyeler, belki aynı hürriyet aşkıyla gözlerini yukarı çevirip denizi dinleyerek dolaşırlarmış. Buldukları bir dehlizden firar etmeye çalışan iki arkadaştan biri geri döner. Yıllar sonra duvar yıkıldığında, bulunan dehlizde diğerinin kemikleri ile karşılaşılır. Taşı çektiler delik meydana çıktı. Eğilip bakınca öbür baştaki delik bu sefer kocaman olarak görünüyordu. Yol bomboştu bir Jandarma mavzerini uzatarak iki sıkı attı. Kurşunların karşı surlara vurdukları duyuldu. Hemen bütün dükkanları boşalttılar. Duvarlar muayene edildi, bizim arkadaşın kaçtığı delik iki yandan ördürüldü.
                                        Mapushane içinde yanıyor gazlar  
                                        Bayramdan bayrama çalınır sazlar
                                        Kimine anası ağlar, kimine kızlar
                                        Yenile de düştüm zindana
                                        Yanar döner ağlarım
                                        Demir de parmaklıktan  canım
                                        Bakar, yanar ağlarım
Hapishane Türküleri, Sinop folkloru içinde önemli bir yer tutar. Türkiyenin çok çeşitli yerlerinde gelen mahkumlar burada kaynaşmış ve değişik bir biçim oluşmuştur. Sabahattin Ali'nin hapishane dizelerinde  de üslubun yansıması rahatlıkla görülebilir. Eksik, tamamlanmış duygusu veren, hep hüzünlü ama bir hapishane ağıtı düzeyini aşmayan, ancak çok sevilen şiirlerinde Ali tutsaklık  duygusunu anlatmaya çalışır. Sabahattin Ali Konya ve Sinop cezaevlerinde yazdığı şiirlerini önce ''Eşkıya Şiirleri'' başlığı altında toplar. Ancak daha sonra bu şiirlere '' Hapishane Şarkısı adını verecektir. 5 şiirden oluşan bu grubun 1. şiiri 1932, diğer 4 şiir ise 1933 tarihini taşır.
Öykü ve şiirlerindeki yalnızlık, terkedilmişlik duygusu, özel mektuplarında iyice açığa çıkarken, bu olgu başka bir mahkumun anılarında da doğrulanmaktadır. Bir savcı Sabahattin Ali ile aynı koğuşta kalan mahkumları araştırmış, hayatta olanlar arasında, Sabahattin Ali'yi anımsayan bir mahkumu bulmuştur. 1903 Sinop doğmlu olan bu mahkum Sabahattin Ali ve cezaevi hakkında değerli bilgiler vermiştir. Sabahattin Ali'nin gece geç vakte kadar lambanın ışığında kitap okurdu. Yanında çok kitap getirmişti. Her tarafı kitap doluydu. Gündüzleri bir sandığın üstünde yazı yazardı. Bunlar Almanca kitaplarıydı.
Cezaevinde elişlerinin yaygınlaşmasına Ali'nin önemli katkısı olmuştu. O zaman iş yurtları yoktu, herkes kendi namına çalışıyordu. Şimdiki dış avluda kaleye bitişik barakalar vardı. Kimi demircilik yapardı, kimi marangozluk. Fakat sermayeleri olmadığı için dükkan tutamıyorlardı. Bizim vaziyetimiz iyiydi. Dışarıdan ceviz kereste getirtiyorduk. Bir baraka kiraladık. Yevmiye ile zamanın parası ile on kuruşa mahkum çalıştırıyorduk. Cevizden tavlalar, tepsiler, sigaralıklar, dikiş kutuları ve kotralar yapıyorduk. Bu el işleri dışarıda çok rağbet görüyordu. Sonra Türkiye'nin her yerine  Sinop cezaevi el  işleri  diye yayıldı. Sabahattin Ali'nin daha sonra oymacılık işinde mahkumlara yardım ettiği ve bunların uzak illerde pazarlanması için çaba gösterdiği biliniyor.
Fazla ziyaretçisi olmayan bir mahkumdu Sabahattin Ali. Gelen parası ancak ekmeğine yetiyordu. Yemek parasından mahkume olan borcunu, ona daha sonra bir takım elbiselik kumaş alarak ödeyecektir.
Cezaevindeki bir hükümlü 1932 - 1933 yılları Sinop cezaevinin durumunu şöyle anlatmaktadır. 700 ve 800 arasında hükümlü vardı. Koğuşlar doluydu. Kısımlar arasında şimdiki bölmeler yoktu, her kısım diğerine gidiyor, görüşmeler böyle yapılıyordu. İkinci kısımda lazlar vardı. Üçüncü kısımda, Karadağ dediğimiz yerde yerliler yatıyordu. Amasya, Çorum ve Kastamonu gibi Anadolu dan gelen hükümlüler de bizim kısma veriliyordu. Bir de o zaman çıkan şapka kanununa karşı gelip, şapka giymemekten dolayı  mahkum olmuş bir grup vardı. İstiklal mahkemesinde idama mahkum olan Rüştü Paşanın kardeş ide bunlar arasında idi. Çoğu yaşlı insanlar vardı, onlar fazla kalmadılar daha sonra bir afla çıktılar.

 

Bu yazı 1810 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum