Ramazan-ı şerif ayının icra edildiği bu günlerde, özellikle yazılarımda hassas olmaya çalışıyorum. Can sıkıcı olayları, yazılması gerekenleri yazarken kalemin dozunu iyi ayarlamaya çalışıyorum. Kutsal ve ılıman bir havada geçmesi gereken şu günlerde, biraz daha hassas olmak doğru olur diye düşünüyorum.
Aslında yazacak çok şeyler var; Emniyet teşkilatının içerisinde birilerinin işi gücü bırakıp, personelinin icraatlarını sosyal paylaşım sitesine servis etmesi, kökeni “istihbarat” olan bir müdür zamanında gerçekleşmesi beni çok yoruyor. Sinop'u “Dingonun ahırı” zanneden zihniyetler, kafalarına göre bir alavere içinde. “Haber alma” özgürdür ancak “haber verme” işi biraz karışık. Raftan elma seçer gibi kişi seçerek emniyet içerisinden bilgi, görüntü sızdırmak çok düşündürücü. Onca Ajans kuruluşlarını yok sayarak, bir İnstagram hesabına görüntü sızdırmanın karşılığı nedir? Bunun cevabını size bırakıyorum. Bu yanlıştan geri dönüleceğini tahmin ediyor ve sizlerle farklı bir konuyla yola devam etmek istiyorum.
İnsanoğlunun varoluşundan günümüze kadar uzanan ancak, ''zamane'' kavramına yenik düşmüş bir gerçek var. Aslında bir anahtar, köprüden önceki son çıkış. Bir kurtuluş yani…
Size lazım olanı ön gören, lazım olduğunu sandıklarınızı kabullenmeyen bir zihniyet.
Hayatımızı adeta abluka altına almış, bizi bizden eden fazlalıklardan kurtulma yolu.
Az ile yaşamak değil, fazlasından kurtulmak.
Olanla mutlu olmak yerine,
Olmasını istediklerinizle kaçırdığınız huzur treni...
Bence mutluluğun ve huzurun altın anahtarı…
İlk bakışta fakir edebiyatı olarak algılanmasına rağmen, durum hiç bu kadar basit değil.
Size ait olan hayatınızı, sizi esir kılan objelere esir etmemenizi öngörüyor sadece.
Bir düşünsenize;
Mesela yatak odanızı!
Adlandırılmasından çok daha fazla görev yüklenmiş odalarımız.
Sünger yatağınızın altında bulunan o şaşalı mobilya ne işe yarıyor?
Elbiselerinizi muhafaza ettiğiniz o gardıroplar için harcanan paralar?
Sırf gösteriş olsun diye aldığınız onca eşyalar...
Mutluluğunuza yelken açılan evliliğin bedeli ne kadar?
“Evleneceğim, ama para yok.” demek, ne demektir?
Gösteriş için alacağınız ve belki de bir daha varlığından bile haberdar olmayacağınız yatak odaları, oturma ve misafir odaları için mi?
Yoksa kimsenin görmeyeceği şatafatlı düğün için mi?
Sahi insan neden düğün yapar?
Kendisi için mi? Yoksa başkaları için mi?
Kendisi için evlenmek isteyen, sırf “desinler'' diye neden onca yükün altına girer?
Gönüllere seyran olan samanlık, yıkıldı mı yoksa?
Başkası için değil, kendisi için yaşamayı isteyenler lütfen bırakın bu mantaliteyi.
Kimse görmeyecek ve hatırlamayacak yaptıklarınızı.
Bir gece için milyarları harca, o giden milyarlar için bir ömrü...
Metropol şehirler işin bir ucundan tutmuş gibi…
Ardı arkasına açılan nikâh salonları ve düşük maliyetle kıyılan nikâhlar. Yaklaşık 15 dakikada bir nikâh kıyılıyor ve dışarıdan baktığınızda herkes memnun. O, şaşalı düğünler, binlerce lira harcadıktan sonra, “Ankara'nın bağları” ile başlayan sonra “Erik dalında” son bulan anlamsız bir tüketim. Kimsenin hatırlamayacağı, hatta sizin bile hatırlamadığınız bir gece için insan kendine bu kadar kıyar mı?
Bu yüzden, Sinop'a nikâh salonları kesinlikle açılmalı!
Nikâh kültürü yaygınlaştırılmalı ve yeni evlenecek gençlerimizin “karabasan” kâbusundan kurtarılmalı.
Kovid-19 salgın süreci evlenmek için kara kara düşünen gençler için bir fırsat ve bahane aslında. Zaten bir araya gelmek zor, kendinize kıymadan mutluluğun imzasını atın gitsin. Paranız cebinizde kalsın. Unutmayın; “Siz ne kadar şatafatlı düğün yapsanız da yarımlar, çeyrekler hayal artık.” Zaten insanlarda para yok, takı korkusundan mutlu gününüzde yanınızda olamayanlar, gelenlerden çok daha fazla…
Bence, ''Minimalist Yaşam'' İslami yaşam tarzımızın bir değişik adlandırılması.
Ne diyordu; 'Her şeyin fazlası zarar'
Şimdi bir düşünün;
Hayatınızda fazlalık olanlar neler?
Ya da hala olmasını istediğiniz daha neler var?
Elinizde olanları, olmasını istediklerinizle öldürmeyin!
“Minimalist” yaşamak bir yaşam tarzı değil, aklın bir yansımasıdır aslında. Eşyalarınız mı sizi kullanıyor, yoksa eşyalar müsaade ettikçe sizler mi?
İnsan doğada neden huzur bulur, hiç düşündünüz mü?
Fazla olan hiçbir şey bulamazsınız, her şey olması gerektiği kadardır doğada.
Doğa ile buluşan insan bu yüzden huzuru bulur, en sade en doğalıyla...
Motosiklet sürücüsü mesela!
Kendimden örnek vereyim;
Uzun mesafelerde yolculuk ederken, yanımıza aldığımız eşyaları minimize ederiz. Çünkü biliriz ki; fazla eşya bizi yorar, yolculuğumuzun hazzını yaşamamıza engel olur.
İşte hayatta aynen böyle bir yolculuk değil midir?
Lazım olandan fazlası yaşam yolculuğumuza engeldir.
Mağaza vitrinlerinde neden hep indirim yazar?
Çünkü onlar sizleri sizden çok daha iyi biliyorlar.
Aslında bilmiyorlar da, bizim unuttuğumuz tarafımızın eksikliğinden faydalanıyorlar.
Aslında alışveriş yapmak bizleri mutlu etmiyor, almak dışında...
Alındı ve bitti, her şey buraya kadar. Almaktan sonra düşündüğümüz tek şey sadece bir daha almak...
Mutluluğun 'almak' ile olmadığını bildiğimiz gerçeğini, ''indirim'' silahı ile vurmaya çalışıyorlar!
Hayatınız boyunca ne kadar alırsanız alın, lazım olanı aldığınız kadar iyi hissettirmeyecek size.
Biraz az, azdan da biraz fazla,
Size lazım olan “Minimalizm” aslında!