Sabahın körüydü, uykunun en tatlı halinde suya düştü canlar. Ekmeğini çıkardığı tomruk kopardı hayattan. Peki, suçlu kim? Yolunda akan su mu? Suya kapılan tomruk mu? Yoksa her şeyi yutan vurdumduymazlık mı?
GeçMiş olsun Karadeniz! Geçmiş olsun Kastamonu, Sinop… Geçti ama yıkıp geçti. Suların içerisinden çıkan her bir cansız beden yüreğimizi yıktı geçti ve geçmeye devam ediyor. Bana göre tomruk afetinin ilk gününden bu yana ilçe ve köylerde mekik dokudum. Bir taraftan olanları sizlere aktarırken, diğer taraftan da neden ve nasılın? Cevaplarını aradım. Felaketin ilk gününde babaçay’a bir km kala dağların arasından gelen suların oluşturduğu şelaleler “Dur” dedi bize. Tam bu sırada arkamda bulunan iki kişi arasında konuşuyordu. Birisi; “ tomruk” dedi. Neden “Sel” değil de “Tomruk” demişti? Kafamın karışıklığını gidermek için yanlarına yaklaştım ve “Neden tomruk” dediniz? Diye sordum. Çamurdan tanınmayacak halde ve ayakta durmakta zorlanan vatandaş; “Perşembenin geleceği, Çarşamba’dan belliydi” ata sözünü söyledi. Yüz ifadesine bakılırsa, böyle bir şeyin olacağını biliyordu. Aslında herkes biliyordu. Çayın ağızına kurulan tomruk deposu, bardağın üstündeki son damlaydı…
Kimin yanına gittiysem, hep “Tomruk” dedi. Sel, her zaman ikinci plandaydı ve bunun bir nedeni vardı! Suyun üstünde “koç başı” gibi ilerleyen tomruklar, suçlunun kim olduğunu zaten söylüyordu. Şimdi sizinle bir mahkeme kuralım. Şüphelilerimiz; su, tomruk ve yağmur olsun. Suya sordum; “Ben yolumda akıyordum” dedi. Tomruğa sordum; “ Ben suçsuzum” dedi. İyi de suçlu kim o zaman? Bir günah keçisi lazım bu davada! Tam da burada Ayancık’ta feryat eden vatandaşlar ele veriyor asıl suçluyu. “Biz kaç kez dedik, bizi dinlemediler. Bunun böyle olacağı belliydi” gibi ifadeler günah keçisini işaret ediyordu. Babaçay’a o tomruk deposunu kuranlar, buna izin verenler, göz yumanlar, görmezden gelenler; “Uzaklarda arama çünkü sen içimdesin” adlı eseri hatırlatıyordu… Şimdi bana demeyin; “ Bu elim günlerde ne eseri?” Diye! Bu günler kimin ya da kimlerin eseriyse ondan işte…
Peşini bırakmayacağız, önce yaralarımızı saracak, sonra bu yarayı kanatacağız. Bir sorumsuzluk, görmezden gelmişlik var ise bu millet hesabını soracak. Tomruklar Karadeniz’in üstünü örtse de kimse bu olayın üstünü örtemeyecek. Suçlu suçunu çekecek her iki cihanda…
***
Bunu da söylemek lazım!
Komşunuzun evinde üzücü bir olay yaşandığını düşünün. İlk kimin koluna girersiniz? Tabi ki o hanenin reisinin değil mi? Birlik ve beraberlikten bahsedilen bir yerde olması gereken tamda budur değil mi? Allah aşkına soruyorum size; Ayancık Belediye Başkanını hangi karede gördünüz? Bu birlik ve dirlik mesajını en iyi anlatan fotoğraf karesini gören var mı? Amacım suyu bulandırmak falan değil!
Kimse yanlış anlamasın ama zaten bulanmış bulanacağı kadar. Fotoğraf yarışmasına dönen afet bölgesinde, gönüllerin aradığı fotoğraf karesini neden veremediniz? İlçenin şehre emini ile kol kola girmiş bir tek fotoğraf kareniz neden yok? Yaralarımızı sararken, yaramızı kaşımayın. Gördüklerimiz hoş olsa da göremediklerimiz hiç hoş değil! Bunları bana yazdırmak zorunda kalanlar, yapılması gerekeni yapmalılar. Bilmiyorsanız söyleyeyim; Sinoplu hassastır, ne yaparsan yap omzuna dokunmadan olmaz! A’sı B’si yok, lafımı, sözüm ortayadır. Fazlasını yazmanın ne zamandır ne de yeri. Lafın tamamı kime söylenirdi? Bilemiyorum…
Geçmiş olsun Sinop, Geçmiş olsun Kastamonu. Geçmiş olsun Bozkurt, Türkeli, Ayancık, Babaçay…
Afette hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, geride kalanlara sabırlar diliyorum. Acınızı paylaşıyorum.
Başa gelmeden, başımızın içindeki aklımıza gelsin. Rabbim bizi; beterinden, beterine neden olanlardan korusun inşallah…